4 Kasım 2010 Perşembe

Remember Remember the 5th of November



"Voilà! In view, a humble vaudevillian veteran, cast vicariously as both victim and villain by the vicissitudes of Fate. This visage, no mere veneer of vanity, is a vestige of the vox populi, now vacant, vanished. However, this valorous visitation of a by-gone vexation, stands vivified and has vowed to vanquish these venal and virulent vermin vanguarding vice and vouchsafing the violently vicious and voracious violation of volition.

"The only verdict is vengeance; a vendetta, held as a votive, not in vain, for the value and veracity of such shall one day vindicate the vigilant and the virtuous.

"Verily, this vichyssoise of verbiage veers most verbose, so let me simply add that it's my very good honor to meet you and you may call me V. "

12 Ekim 2010 Salı

jydaxo233okia.2y92



Yeni keşfedilmiş bir yıldızın adı gibi (jydaxo233okia.2y92 olması lazım) nefis bir hata mavi ekranın üzerinde beyaz fontlarla belirdi. Yaklaşık 0.013 saniye kaldıktan sonra bilgisayar geri kapandı. Yazıları okumam için yeterince fırsat bile tanımamıştı canım bilgisayarım, format mevsiminin yeniden geldiğini kısaca bildirmişti sadece. Bu durumlarda fazla yüz göz olmuyor, anlamayacağıma emin olduğum bir hata kodunu gösterip geri gidiyor; ben elimde kasa ve ölü bakışlı bir lcd monitör ile başbaşa kalıyorum. Bir kez daha tüm programları kurarken geçireceğim cinnetlerin uçuşan etekleri odadan içeriye süzülüyor. Bir kez daha, fotoğraflarımı yedeklemediğim için midemde acı bir yanma oluşuyor ve d sürücüsüne bir şey olmasın diye format tanrısına dua ediyorum. Eski dvd'lerden bir deste alıp sirtaki yapıyorum çırılçıplak, çeşitli ayinlerle sabaha kadar halıda yuvarlanıyorum. Bir kez daha beni hazırlıksız yakalayan format tanrısının önünde diz çöküp aman diliyorum. Onbinlerce fotoğrafımı bir daha göremeyecek olma ihtimalim gözlerimden taşıyor, bir sonraki sefer hepsini dvd'ye yazıp bankanın birisinden kiraladığım çelik kasaya koyacağıma yemin ediyorum.

Ve bir sonraki sefer yine hazırlıksız yakalanıyorum.

Yalnız bu sefer hayatımda bir değişiklik yaptım ve windows'u yeniden kurma işini profesyonellere bırakma kararı aldım. Kasayı kucakladığım gibi çarşıda gördüğüm ilk bilgisayarcıya girdim. Beş dakika sonra, söz konusu bilgisayarcıların bir hafta önce tamamen başka bir iş yapıp batırdıklarına neredeyse emindim. Tavandaki spotların çokluğu ve mekanın insanın üzerine üzerine gelmesinden, geçen haftaya kadar bu iki kafadarın kuyumcu olduğuna yemin edebilirim. Deve ölüsü kadar ağır kasayı mecburen zemine indirdim, çocuk cımbız gibi bir şeyle bilgisayara yaklaştı. Fotoğrafları tek tek cımbızla çıkarmayı deneyecekti sanırım. Cımbızı bırakıp tornavidayı aldı ve format işlemine biraz sert başladı. Kasayı açıp donanımları ittirdi ve bilgisayarı yeniden açmaya çalıştı. Aynı hata kodu gelince "format atılması lazım" dedi. Gerçekten vizyonu genişti, ben kıymalı pide yaptırmak için gelmiştim zaten elimde kasayla, formata dair bir beklentim yoktu.

"Evet, format" dedim. Fotoğraflarımı bir daha göremeyeceğime emindim. Müzikleri bir şekilde indirebilirdim fakat aynı kareleri bir daha çekebilir miydim? Yeniden okula dönme kısmı olmasa denenirdi belki ama hayatımın geri kalanında finale girmeyeceğime dair ettiğim yeminin heykeli ilçe girişine dikilmişken bunu yapamazdım. "D'dekiler gider mi?" diye sordum, sadece kaşlarını kaldırdı. Kendi fönünü çeken güçlü bir bireydi ve saçları gerçekten görkemliydi. Kuyumcuların o kendine has bakımlı havasını bilgisayar dünyasına taşırmayı başarmıştı. Format başladı; fönlü, c'deki dosyalarımın bir kısmını bile kurtararak önyargılarımı kravat yapıp boynuma taktı. C'de kuzenimin düğün videosu vardı ve her izlediğimde, böyle şeylere hiç kalkışmadığım için kendimi sevmeme neden oluyordu. Düğünün her saniyesi ibretlik olduğundan altın değerinde bir kayıttı ve sonsuza kadar kaybettiğimi düşünürken geri gelmişti.

D'dekileri de kurtardık ve fönlü, daha önce adını bile duymadığım perfect xp'yi kurdu. Pezevenk işi gibi pırıl pırıl oldu bilgisayar. O çerçeveler, ara yüzler tamamen pavyonsuydu ve işlemcinin hakkını veriyordu. Bir sürü program da kendiliğinden kurulu geldiğinden, bana sadece birkaç ekstra program kurmak kaldı. Bir haftadır felçli at gibi köşede yatan bilgisayarım, iki üç saat içinde şahlandı, eski güzel günlerine döndü. Fotoğrafların olduğu klasöre girdim, 50 gb'tan biraz fazla olan bu heyulaya baktım ve bir sonraki format mevsimine kadar elimin altında olmalarına sevindim. Bunları sonsuza kadar korumanın bir yolu olmalıydı fakat aklıma bir şey gelmiyordu.

"Güncelleştirmeleri yükleyem mi" diye sordu bilgisayar, "Yüklemezsen şerefsizsin" dedim.

6 Ekim 2010 Çarşamba

Efe...



- Gökhan Bey, son çalıştığınız yerler arasında pazarlama sektörü yok. Bunun yanında bildiğiniz bütün programlar çizim ile alakalı. Doğru söyleyin siz manyak mısınız?
- Nasıl?
- Dış ticaret mezunusunuz, başvurduğunuz pozisyon ile tamamen alakasız bir noktadasınız ve bize cv gönderiyorsunuz. Doğru söyleyin ruh hastası mısınız?
- Hangi?

Elimde daha önce yaptığım işleri gösteren bir liste ve özene bezene hazırladığım cv ile Elda rakı insan kaynakları ofisinde bekliyordum. Bana alakasız sorular soran kadına aynı alakasızlıkta cevaplar veriyordum. Bir akşam da gidip bakkalından Efe yaş üzüm rakısını alıp da kendisine çilingir sofrası kurmadığı, kendisine meze hazırlayıp da güzel bir müzik eşliğinde rakı yudumlama keyfini yaşamadığı halinden ve tavırlarından belliydi. Gerçek bir profesyonel gibi gözüküyordu, bilmiyorum belki gerçekten de öyleydi. Daha önce gerçek profesyonel olarak nitelendirebileceğim kimse ile karşılaşmamıştım. Hayatım boyunca hep gerçek amatörlerle ya da içindeki amatör ruhunu bir türlü bir türlü kaybedemeyenlerle karşılaşmıştım.

Görüşme epey sancılı geçiyordu, kimseye neden Efe Rakı’da çalışmak istediğimi anlatamıyordum. Açıklamak istediğim gerçekti, ama tam olarak hangi departmanda çalışmak istediğimi bir türlü anlatamıyordum. Rakı sofrasından kalktıktan sonra sarhoş kafa ile gönderdiğim cv’nin arkasından “Rakı: Is the answer. I don’t remember the questions” yazılı t shirt’üm ile masanın hemen arkasnda bana soran gözlerle bakan kadının hemen arkasındaydım. Bir cevap istediği açıktı, benimse aklıma sorularını kendi hazırladığım sınavlarda bile yanlış cevap verdiğim günler geldi, gülümsedim. Kadın da gülümsedi.


- Evet... neden Efe Rakı ile ilgili çalışmak istiyorsunuz?

Neden olduğu konusunda hiçbir fikrim yoktu. Sadece tadı ve içimi hoşuma gidiyor diye Efe Rakı’ya dadanmıştım. İnsanlar istediği her yerde Efe Rakı bulabilsin, sert içimli rakıların aksine bu yeşil üzüm rakısının rahat içimine ve insanın damağından akıp giden o muhteşem tadına her yerde ulaşabilsin, insanlar dükkan dükkan Efe Yaş Üzüm Rakısı aramasın istiyorum diye bu işe girmek istiyordum. Ama projelerimi ve düşüncelerimi iş görüşmesi için gitmişken söyleyemezdim, huzuru bozacağımı düşünerek beni işe almazlardı. Bende birbirinin aynısı sikko işlerden birine girip anlamsızca zaman kaybetmeye devam ederdim.

- Projelere birbirinin aynısı diyorsun da her rakının tadı farklı mı abi?

Kendisine soru sorulduğunu zanneden bilinçaltım da işin içine girince işlerin daha da karışmaması için ayağa kalktım. Görüşmeler ilk günkü görünüşe göre tek kelime ile bombok geçiyordu. Seçilmiş olan kişi bendim, Efe Rakı’yı uçurup hak ettiği yerlere getirecek projelerim vardı ve bir gün beni niye işe aldıklarını bile bilmeden işe alacaklardı. Bunu ifade edebilmek için birkaç kadeh parlatmaya ihtiyacım vardı, ama o zaman da iş görüşmesine alkollü geldiğim için puan kaybedecektim. Ben aniden kalkınca insan kaynaklarındaki kadın da ayağa kalktı, “Biz sizi uygun bir pozisyon açılırsa ararız, numaranız kayıtlarımızda var.” dedi. “Aramıyorsunuz ibneler.” diye mırıldanarak bürodan çıktım.

Bir şekilde Efe Rakı’ya kapak atacaktım, azimliydim. İki kadeh parlatmaya ihtiyacım vardı, her zamanki tekel bayiisine uğrayıp bir 35’lik aldım.

30 Eylül 2010 Perşembe

Heil !



Şu dünyada Almanlıktan aldığım tadı hiçbişeyden almadım. Belki bilardo.. Ama yok lan Almanlık daha güzel.

Adolf Hitler

16 Eylül 2010 Perşembe

unstoppable



“Zoru başarırız, pişmaniye biraz zaman alır” – Emekli bir sat komandosunun son sözleri.

Nereden geldiğini, ne kadar kalacağını ve bana kadar ulaşmayı nasıl başardığını bilmediğim bir kutu pişmaniye, masamın hemen üzerindeydi ve meydan okurcasına bana bakıyordu. Yıllardır en korktuğum yiyecek olan pişmaniye sonunda beni bulmuş ve hazırlıksız yakalamıştı. Mola yerlerinde sırtımı çevirip tek bir paket bile almadığım, arkasından konuştuğum, yer yer iftira attığım, yerken dağıldığı ve adamın ağzına yüzüne bulaştığı için çok sert eleştirilerde bulunduğum bu cihaz, belli ki bedel ödetecekti. Hemen karşımda bir kutu pişmaniye vardı ve usta yeterince küçük parçalara bölmemişti. Bir devenin ağzına ancak girecek kadar büyüklükte parçalar önümde tören yürüyüşü yaparken, karşı masadan gelen emirle bir parseli avuçladım. Tüm boyutları birbirine eşit mükemmel bir küptü, usta pişmaniyeden ziyade yarım kalan matematik tutkusunu kutuya koymuştu (matematiği çok sevmesine rağmen ortaokuldan sonra okuyamamış ve bir pastanede çalışmaya başlamıştı sanki.)

Whopper’ı tek seferde yutmak için geliştirdiğim “alt çeneyi geriye atma” modifiyemi devreye soktum, pişmaniyenin kontrolünü kaybetmek ve suratıma çarpmak istemiyordum. Tüm parmaklarımla sımsıkı yapıştım kütleye, ona iplerin kimde olduğunu göstermek istiyordum. Kimi uzmanların “muhabbet kuşu tutar gibi; ne çok sıkı ne de çok gevşek” önerisini dikkate almadım. Hacmini, insan ölçeğine getirdikten sonra hunharca davrandım.

Fakat pişmaniye son anda hacmini arttırdı ve yüzüme çarptı. İnsanı çileden çıkaran uzantıları ağzıma burnuma ve şakaklarıma bulaştı. Elimle silmeye çalıştıkça yayıldı, ıslak mendille giriştikçe yapıştı. Elimle yüzümü kapatıp odadan çıktım, pişmaniye ile kavga ettikten sonra odadan ağlayarak kaçan birisi gibi gözüküyordum. Tuvalete gidip aynadaki aksime baktım, pişmaniyeye kafa atmış herhangi bir insandan farkım yoktu. Yüzümü türlü müdahalelerle eski haline getirdikten sonra geri döndüm, herkes iki parça yemişti ve son parça beni bekliyordu. İkinci pişmaniyenin de direksiyon hakimiyetini kaybedeceğime emindim fakat elimden bir şey gelmezdi.

Dünyanın en imkansız mamulü, bir kez daha şamar attı yüzüme. Dişlerimin arası dahi pişmaniye doluyken yine gittim tuvalete. Uzun zaman sonra aynanın karşısında ağladım, gözyaşlarım pişmaniye ile kaplanmış yanağımda iz yaptı.

14 Eylül 2010 Salı

Taxi Driver



-iyi günler abi, x üniversitesi.
-okuyor musun?
-evet abi. (kısa ve net cevaplar, aman muhabbet uzamasın)
-okumak gibisi var mı? zamanında keşke okusaydık. (geliyo geliyo süper geyik geliyo)
-doğru abi. (çok profesyonelim, her muhabbeti tıkıyorum)
-misal, senden evvel iki rus karısı aldım, laleliye bıraktım (lan misal ne? nerden geçtik bu konuya)
-evet abi (zorunlu onaylama, zira adam yola değil gözlerimin içine bakıyor)
-arkaya oturdular. ikisi de mini giymiş, dağ gibi karılar. biri sarışın biri esmer. (bkz: tasvir)
-(delicesine susuyorum, abi daha da şevkleniyo)
-ben tabi aynadan kesiyorum, esmer açtı bacaklarını (afedersiniz elini vajina şekline getirir ve bana döner) ancuğu gözüküyo, bızırı titriyo araba çukurlara girdikçe gavurun, belli ki yeni müşteriden gelmiş. (ben böyle dönmüş bir çift göz görmedim)
-(susmanın yanında pısıyorum da artık)
-9 yaşında kızım var, önlük aldım geçen gün misal (abi hakiki manyak, bağsız geçiyo konudan konuya)
-(ben yokum, beni geç)
-böyle anlatıyorum ama babayım ben de. (vallahi korkuyorum lan) şimdi bunları anlatınca okulu bırakıp taksici olmak istemeyesin (aaa espiri, du gülim)
-yok abi ehe mehe (sempatik gözükeyim)
-öhörömöhöröeheöeehohohhsss (güldü)
(derken ani bir fren, uzun bir korna sesi, öndeki arabaya çarpmaya ramaklardayız. taksici abimiz kafayı camdan uzatır...)
-ananınbacınınkarınınkundaktakibebeğinçocuğununyengenilalalalalalalalalalalalalalalsiktiminin (küfürler nirvanası)
(içeri girer, hımmssss sesiyle birlikte)
-pezevenkkk.
-evet abi.
-sana demedim yeğenim.
-yeğeninim.

13 Eylül 2010 Pazartesi

Kolpacı Pezevenkler



Hayatınız rol kesmek amına koyim!

30 Ağustos 2010 Pazartesi

Büyük anket sonuçlandı!!



Oylamaya katılan 32 kişiden 12'sinin dediği gibi Messi hakkaten büyük topçu hacı. Benim asıl merak ettiğim konu 'Ebenin amı Ali Sami' diyen 7 kişinin hangi duygular ile o oyu verdiği.

Gündeme ışık tutacak bir sonraki anketimizde görüşmek üzere.

28 Ağustos 2010 Cumartesi

216


"Abi bi cigara versene, yola gidiyorum" dedi, bütün paketi verdim.


Nereye gideceğini söylemedi. Arif'in dediğine göre, "batsın bu dünya" diye bir şeyler mırıldanıyormuş giderken, kendini atmaktan falan bahsetmiş. Şen bakkal'a göre de bi büyük almış, borca yazdırmış. Hayır, aya gidip dünya mehtabına karşı demlenmek tam onun yapacağı işti de, nasıl gittin oralara be gülüm? Az önce sigara almak için nöbetçi bakkal ararken kafama bir şey düştü ve hikaye az çok aydınlandı. Aslında iki şey düştü, biri bir paket Marlboro, diğeri ise buruşturulmuş bir marlboro paketi.

Paketi açtığımda bunun bir mektup olduğunu gördüm, kargacık burgacık yazısıyla ince ince yazmış. Aslında niyeti ayda demlenmekmiş gerçekten, sonra da kendini atacakmış aşağıya, Nurten'e gerçekten bozulmuş bu sefer. Ama bir iki otostop çekmiş, alan olmamış. Bir işi kafaya taktı mı yapar, sonunda bir insansız aracın bir köşesine sinmiş gizlice. Aracın aya gitmediğini anlaması biraz zaman almış, ama dönüş yokmuş artık. Samsun paketini boşaltmış gidince, büyüğü devirmiş, sonra kendini dünyaya atamadan sızıp kalmış. Kendine geldiğinde ortada bir hareket hissetmiş, garip sesler duymuş. Hemen bir köşeye sinmiş. Meğer buruşturup attığı samsun paketini algılayan müzevir araştırma aracı olayı anında houston'a jurnal edince, houston konuyu araştırmak için apar topar bir heyet yollamış oraya. Neyse, bizimki elemanları kafalamış. Orada kalmaya karar vermiş, hatta bir de alien yenge ayarlamış. Az önce kafama attığı sigara paketlerini de conilerden ütmüş. Kafaya koymuşlar, ortak bir dönerci açacaklarmış. Aslında anlamalıydım, yıllar önce bir ankette "ıssız bir gezegene gitseniz yanınıza alacağınız üç şey ne olurdu?" sorusuna "bi paket kısa samsun, bi büyük rakı, döner bıçağı" diye cevap vermişti, gülmüştüm.
Anket deyip geçmemeliymiş demek ki...

25 Ağustos 2010 Çarşamba

Birinci yıl

Reyting Hamdi'nin 2000'i göstermesi şerefine Las Vega'a kucak dansı yaptırmaya gidiyorum sevgili blog okuyucuları(tahmini olarak 6 kişi).



(Temsili)

23 Ağustos 2010 Pazartesi

Bir Dilek Tut



Anlıyorum, insanlar istedikleri kabul olsun istiyorlar. Her insan ister bunu, çok şaşırılacak birşey değil. Kimi dua eder, kimi tarikatlara girer, kimi "Olursa olur aq" diyip geçer, herşeyi kendi çerçevesinde bir mantığa oturtabilirim. Ama şu facebook illetinde resimlerin videoların altına alakasız bir şekilde

1-)ağzını elinle kapat
2-) eline bir dilek fısılda
3-) bunu 10yere yaz
4-) eline bak

yazanları anlamıyorum. Nedir yani olay, işe yarıyor mudur, acaba dilaği kabul olanın avcunda ne çıkmıştır gerçekten merak ediyorum.

ağzını elinle kapat
2-) eline bir dilek fısılda
3-) bunu 10yere yaz
4-) eline bak
5-)

bu tarz birşey olması lazım bence.

20 Ağustos 2010 Cuma

Adnan Sezgin ile kız istemeye gitmek




- allahin emri peygamberin kavliyle kizinizi oglumuza istiyoruz.
+cocuklar birbirini sevmis begenmis, pekala veririz fakat kizimiz guzel bir dugun istiyor haberiniz olsun.
- dugun yok, denklestirebilirsek aksam ailecek cay bahcesine gideriz.
+nasil yani?
- 24 sene taksitli oralet ismarlarim.
+ednan bey ne diyorsunuz? bu sartlarda kizimizi vermemiz mumkun degil!
- aslinda biz kiralamaya daha sicak bakiyoruz
+bizim size verecek kizimiz yok sayin sezgin!
- bizim de satilacak futbolcumuz yok ama dunyada da satilmayacak futbolcu yoktur.
+size agir konusmak istemiyorum beyefendi
- ne dedik, galatasaray'da transfer bitmez.

9 Ağustos 2010 Pazartesi

Türk kızları gitsin Rus kızları gelsin...



- gittiler mi ?
+ gittiler beyler çıkın çıkın
- yuh amn kyyum hiç gitmiycekler sandım lan.
+ hadi beyler az kaldı. nerdeyse burda olurlar.
- olum uyarıyorum bak sarışınlar benim ehe ehe.
+ sikitir lan bize ne kaldı.
- tamam lan tamam şaka yaptım.
+ olum bakın öyle hemen hayvan gibi abanmayın kızlara nasıl olsa hep bizimleler bundan sonra
- tamam hadi beyler gayet normal takılın sanki türk kızları da onlar gibiymiş gibi davranın cool olun biraz
+ (gözleri dolmuş ) vay amına kyyum lan üniversiteden beri bu prezervatifi saklıyodum artık mezarıma benle gömersiniz diye düşünüyordum sonunda kullanabilcem lan (elindeki sigaradan sert bi nefes çekerek)

- beyler kapı çalıyor hadi herkes yerine geçsin. gayet normal. o prezervatifi sok cebine. herkes otursun. oha amına kyyum olum o ne ya sana biraz normal davran dedik adam eline ana britannicayı almış ya.
+ ne var olum benim normal halim bu. her gün ansiklopedi okurum ben.
- tamam beyler ortamı germeyin.
+ tamam herkes hazırsa ben açıyorum kapıyı.
- sen niye açıyosun amna koyym ben açarım
- yok ya geç otur ben açacam
+ siz ikiniz hiç kavga etmeyin ben açarım.
- lan sikerim yapacağınız ayağı yıllardır bu anı bekliyom ben açcam
+ durun beyler kavgaya gerek yok sakin ben açarım sorun kalmaz ortada
- yok ya senin anan güzel mi
+ anamı karıştırma lan
+ &%+^%&^+
ve o gün çıkan kapı açma kavgasında 35 milyon türk genci öldü. geriye kalanların ise nerde nasıl yaşadıkları bilinmemekte. birleşmiş milletler verilerine göre trabzon, rize, artvin dolaylarında hala 100'ü aşkın sayıda toplu mezar bulunmaktadır.

9 Temmuz 2010 Cuma

2 Temmuz 2010 Cuma

Bir Tanrı Miyav dedi...




"eğer bir tanrı varsa;
o kedidir. o kedinin gözüyle bakar insanlara. biri gelir taş atar kediye. kedinin bir gözü kör olur sonra. eğer bir tanrı varsa o da kedinin sağlam gözüdür artık. ordan bakar insanlara. biri gelir acır o kediye. diğeri korkar tiksinir ondan. kedi, korkanın yanına yaklaşır ve bir taş daha gelir. kedinin iki gözü de kördür şimdi. oraya buraya koşar hiç bir şey görmeden ve kedi ölür...eğer bir tanrı varsa; o da taşı atanın kalbidir artık. eğer o kalp taşı attığına pişmansa, acı çekiyorsa tanrı da vardır. ama kalp rahattır, pişmanlık duymaz.ve tanrı ölür..."

3 Haziran 2010 Perşembe

Beton



3 lira barajını çoktan geride bırakmış kırmızı tuborglara bakarken fark ettim alkolun artık problem olacağını, üç kırmızının bile iyi para edeceğini. öğrencilik ve tek başınalık yıllarımın resmi sponsoru kırmızı bile çağa ayak uydurmuş ve kendini pahalıdan bırakır olmuştu. içimdeki içme arzusunu cebimdeki para pek karşılamıyordu fakat aylar süren ayrılık bugün son bulmalıydı. bir marketin bana bakan yarısahasında, rafın karşısında dikilip renkli kutulara ama en çok da esaslı sevgilim kırmızı tuborg'lara baktım. bir değişiklik vardı ama neydi? rengi aynı olmasına rağmen üzerindeki yazılar değişmişti sanki; önceden "özel bira" yazardı, şimdi ise "yüksek alkollü bira" yazıyordu. ortadaki tuborg yazısının t ve g harflerinin altına da önceden üstte olduklarına yemin edebileceğim meşe palamuduna benzer simgeler gelmişti. demek ki "yüksek alkollü bira" yazısı ortadaki çemberin üst yarısını epey kapattığından palamutları aşağı almak gerekmişti ve bütün bu olanlara karar veren bir adam vardı. o adamı kıskanıp cebimdeki azıcık parayla alıverdim kırmızıları. şeklini değiştirmelerine bir şey demezdim fakat o muhteşem tadı eskisi gibi değilse gerçekten kılıcımı kuşanmam gerekebilirdi.delicesine özlediğim kırmızı sevgilimi, onu bıraktığım gibi bulamadığım takdirde, eski haline getirmek için türlü maceralara atılabilirdim.

kırmızı kutularla dolu sevimli poşetimle eve geldim, içmediğim takdirde gerçekten mutsuz ve ne istediğini bilmez bir bedbaht oluyor, büyüklerime saygıda kusur ediyordum. bugün iş görüşmesi için gittiğim bir mimarlık ofisinin, o farklı olmaya çalışırken aynılaşmış atmosferinde tek aklıma gelen: eve dönerken bira almak ve sakinleşmekti. "illuminate my heart my darling" dinleyip, bedenimi bir kez daha geride bırakmaktı. boğazıma kadar saplandığım "travma sonrası stres sendromu"ndan biraz uzaklaşmaktı, içimdeki sonsuz sıkıntıyı ötelemekti.

şu an üçüncüsünü bitirmeye yaklaştığım kırmızılarım yine beni kurtardı gerçeklikten, alıp yukarılara çıkardı. hatta istediğim zaman istediğim kadar içebilme özgürlüğü için başka bir şehre taşınmayı bile önerdi. böylece boş kutuları saklamak zorunda kalmazmışım, biriktirip duvar bile yapabilirmişim. aileyle yaşamak artık bana göre değilmiş, tüm ters cevaplarımın kaynağı da yalnız başıma yaşamayı kanıksadığımdanmış. yalnızlığımla, eve dönerken uğradığım marketlerle, uyumak istemediğim gecelerimle, dağınık bıraktığım yatağımla mutluymuşum ben. aldığım sorumluluklarla, ödemek zorunda olduğum faturalarla, kendi başıma başardığım angaryalarla bireymişim. çamaşır makinesinden çıkarmak zorunda olduğum nemlilerle, dizdiğim tabaklarla, kendi başıma yaptığım sac kavurmalarla özgürmüşüm.

alkol, içtiğim zaman değil; içmediğim zaman ciddi problemmiş bende. bir sürü soru işaretiyle ne yapacağımı bilemeden kafası kesik horozlar gibi dolaşırmışım. iş görüşmesi için gittiğim tüm her yeri dinamitlemek istemek, içimdeki sıkıntının bir projesiymiş. bilemedim ki, yılların üzerimde bıraktığı izi eve dönerek sileceğimi zannettim.

şimdi ise kırmızı tuborg'larımın sponsorluğunda gayet mutluyum, inkar ettiğim gerçekleri kabullenmiş olmanın rahatlığıyla yeniden yollara düşeceğim günleri düşlüyorum. bekliyorum.

işçi-havuz problemleri gibi değil bu alkol problemi, dört kırmızı sonrası kendiliğinden çözülüyor.

27 Mayıs 2010 Perşembe

16 Mayıs 2010 Pazar

Sıfatsız

silik biriyim ben. sesim zaten pek çıkmaz. hani bazen çok uzun sure sustuktan sonra biri bir şey sorunca cevap verirken, ses tonumuzu ayarlayamayız, sesimiz osuruk gibi çıkar ya işte ben o ses tonunda konuşurum. anlattıklarım çok da matah şeyler değildir ama anlatmak isterim. tam anlatmaya başlayıp 'iyi gidiyorsun oglum, hadi şu son cümleyi de bağlarsan, aklını alacaksın onun' diye düşünürken, karşımdaki 'abi biraz yüksek sesle konuş, ne diyorsun anlamıyorum' der. orospu çocuğu nasıl da büyük bir rahatlıkla söyler bunu. başlarım en baştan 'abi diyorum ki...' diye anlatmaya. o kadar silik bir insanim ki kurduğum cümlelerde bile doğru düzgün özne yoktur. özne ortaya çıkmaz, özne bile kaçıp saklanır, gizli öznedir. dolaylı tümleçle, zarf tümleciyle kur cümleyi, anlat anlatabilirsen derdini. dün bütün olanlara rağmen bengü 'ye onu çok sevdiğimi söylemeye gittim. kim gitti? ben gittim(g.ö. ben). yarrağımı gittim! bugün bir minibüste bile şoför 'birader sen geç, buraya otur da yer acilsin' diyerek para kutusunun yanına, minibüstekilere karşı seni oturttuğu zaman zor duruma düşüyorsun, insanların yüzüne bakamıyorsun, bengü'nün suratına nasıl bakacaksın.
yalnız sesim değil, tipim de siliktir. normal adamım. bana benzeyen binlerce insan var sokakta... hiç dikkat çekici bir suratım yok. 'sokaktan adam geçti bir tane' deriz ya, özelliksiz adam, başında herhangi bir sıfatı olmayan adam, işte ben oyum. dümdüz adam! bu özelliksiz suratımın işe yaradığı da oldu tabi. okul hayatımda ve askerlikte çok rahat ettim. hiç hoca ve ya komutan bana kafayı takmadı. nasıl taksınlar ki ismi bile ezberlenmeyen, hiç ismiyle hitap etmedikleri, en fazla 'evladım' ve ya 'oğlum' diye çağırdıkları, hayatlarında hiç iz bırakmadan gelip gecen biriyle kim, niye uğraşsın ki.
tamam, biraz abarttım. itiraf ediyorum, bir ara, üniversitedeyken gerçekten ortamın merkezi olmuştum. merkezdeki kişi bendim. hem de iki güzel kızla bardaydık. kulaklarımla duydum, benden bahsediyorlardı, orijin bendim. 'şu çocuk seni kesiyor' diye arkadaşına gösterdi biri, kestiğim kız ise 'hangisi' diye sordu. 'şu gözlüklünün arkasındaki' dedi. kestiğim gülümsedi. üniversitedeyken gözlük takardım, artik lens takıyorum, temiz tutarsan valla büyük kolaylık... elveda eski kestiğim.
silik, utangaç ve iki kelimeyi yan yana getiremeyen biri olduğunda insan, dahi filan olmayı bekliyor ama bende o da yok. çok susup, sabit gözlerle bir nesneye bakınca biri görse 'kim bilir içinde ne fırtınalar kopuyordur, ne savaşlar veriyordur, zihinde ne kaleler yıkıp, ne devletler kuruyordur' diye düşünür ama bende vallahi o da yok. neye bakıyorsam onu düşünüyorum. mesela ekmeğe mi bakıyorum 'ekmek' yazıyor düşünce balonumda. silik olmam dahi ve ya duygusal olmam anlamına gelmez. bana benzeyen birinden hoşlanacağım anlamına ise hiç gelmez. aksine nefret ederim benim gibi silik insanlardan, fellik fellik kaçarım. onlarla gezmek, tanışmak, içki içmek, dertleşmek istemem. hatta kendi halime tipime bakmadan aşağılarım onları, 'mıh mıh mıh' diye gülerken o, 'acaba ben de mi böyle gülüyorum' diye düşünerek, tiksinirim gülüşünden. kendim gibi bir insan daha niye isteyeyim ki.
aşık olduğum zaman çok güzel kızlara aşık olurum. 'niye aşık oldun?', 'çünkü çok güzel' işte bu kadar basit.
yakışıklı ne acayip di mi? ben de yürüyorum, o da yürüyor. ağzı var yemek yiyor, eli filan da var, aynı benim gibi. düşününce totalde aynıyız. ama o yakışıklı. bir şey yapmasına gerek yok, dursa yeter. ağzını açtığı zaman herkes onu dinler, saçmalama kredisi sonsuzdur. senin bir tip yakışan sacın vardır, onun hepsidir. kazıt o sacını senin cıksın topatan kavunu gibi kafan ortaya, o ise yine yakışıklı. bir de bu durumun farkında değil gibi orospu çocuğu, ben ise hayatım boyunca bir jöleden çok şey bekledim. turistin mavi gözlü sarışın çocuğunu sevdiğimiz gibi, 32 yaşında olmamıza bakmadan 4 yaşındaki çocuğun etrafına toplanmamız, onu güldürmeye çalışmamız gibi severiz, utanmasak elimizi çocuğun omzuna atıp, 'ben ulrih`leyim siz hepinizsiniz var mısınız lan maça' dememiz gibi ucundan eklenmeye çalışırız yakışıklıya. okurlar biz sıramızın gelmesini çok bekledik. ve ne olduysa oldu devran döndü, rüzgâr bizden tarafa esmeye başladı. haber geldi, 'samimiyet' bayrakları açılmış toplumda. samimi olmak prim ediyor dediler... sorduk; 'nasıl yani? sadece samimi olmak yetiyor mu?' 'evet abi. ne olursa olsun samimi olsun deniyor ortamlarda. cahil de olsan, aptal da olsan... yahu konuşturmayın adamı işte! samimice itiraf etmek yetiyor işte, anında prim yapıyor.' dendi. çıktık yuvalarımızdan. zaman artık bizim zamanımızdı, beklediğimiz gün gelmişti. en önden ben koştum. anlattım başımdan geçenleri, aptallıklarımı. bence etkileyici bir üslupla sunulmuş, içi de komik şapşallıklar barındıran hikâyelerdi. bir iki etkilenme olunca, bir tane daha anlattım. 'sevimli şapşal şey' damarımı iyice eşeledim, anlattıkça anlattım. en mahremlerine kadar, altıma sıçmalı anılara kadar bir bir anlattım. baktım hafiften bir tiksiniliyor rotayı ebeveynlere 31de yakalanmalı anılarıma cevirdim. büsbütün iğrenildi. yakışıklı arkadaşım efe ise birkaç 'sosyal beceriksizlik' anısını anlatıp, 'inanmıyorum efe. çok sevimliymişsin' nidaları eşliğinde bu samimiyet rüzgârından çok güzel ekmek yedi. efe sayesinde tanıştığım kızlarla bağlantım ise ileriye yönelik beklentiler içerisinde surdu. efenin eski takıldığı kızlardan biri bengü 'yle bir gün beşiktaş’ta karşılaştık. nasıl olduysa beni tanıdı. ne istiyordu bu bengü benden, sadece güzel olması bile ona âşık olmama sebepken bir de benim farkımda olması... yoluna mı atayım kendimi, yoksa şaki olup dağa mı çıkayım, bunu mu istiyor benden? 'sen efe`nin arkadaşısın di mi?' dedi. başımı sallayarak onayladım. 'efe anlatmıştır biz ayrıldık onla' dedi. 'vay be ben evde oturup kalemle mandalina liflerini tırnaklarımdan sökerken insanlar neler yaşamış.' diye içimden geçirdim ve acı acı gülümsedim. efe`yi hala çok sevdiğini filan söyledi. 'ulan efeyi dedem de sever, yakışıklı, zengin çocuk, beni sevsene.' demek istedim, diyemedim. gözleri dolmuştu, benimkiler de doldu. sonra toparlanmaya çalışarak her şeye rağmen gülümsedi. 'neyse saçmalıyorum işte. boş ver beni. sen ne yapıyorsun? yürüyelim mi işin yoksa?' dedi. yürüdük. 'sen hep susuyorsun. anlatsana kendini' dedi. boş ver manasında başımı salladım. gerçekten de anlatacak bir şey aklıma gelmiyordu. 'ama gerçekten merak ediyorum. her insanin bir hikâyesi vardır' dedi. karşılaşmadan önce 'ağzıma bakalım şu çubuk krakeri enlemesine sokabilecek miyim' diye bir deney yapıyordum ve karşılaştığımdan beri ağzımda enlemesine duruyordu o kraker. önce onu yedim. sonra bütün gücümü toplayıp, bütün samimiyetimle 'göğüslerin çok güzelmiş' dedim.

1 Mayıs 2010 Cumartesi

29 Nisan 2010 Perşembe

Mynet'e açık mektup...

Senin gibi internet sitesinin ta amına koyim lan!!!




Haberlere bakayım diye girdiğim bi sitede şu resim karşıma çıkıyorsa, ben o siteyi yapanın da o haberleri girenin de habercilik anlayışından şüphe ederim arkadaş.

Ayrıca o resime takılı kaldığım süre içerisinde odaya birinin girmesi ve, "Vay ayı vay!" dermişçesine bana bakıp gitmesinin de suçlusu mynet'tir, valla benim bi suçum yok lan :(

27 Nisan 2010 Salı

Ben Deli Değilim



* Merhaba

*Kimse okumuyor diye uzunca zamandır buralara pek uğramıyordum, ama okuyanlar varmış lan burayı! Valla bak! Mail bombardımanına (ikisi aynı kişiden olmak üzere toplam üç) tutulduktan sonra yeniden bişeyler karalayım dedim.

*Tabu oynarken eteri anlatmak isteyen sevgilsinin "Ben seni bayıltmak için ne yaparım?" sorusuna "Tecavüz edersin!!" yanıtı veren kızı da gördüm ya ölsem de gam yemem artık. Nasıl bi ilişkileri varsa artık.

*Son dakikada elimize ulaşan bir habere göre Nadide Sultan Türkiye'nin yeni sıradağı seçildi. Haber tüm yurtta coşku ile karşılandı.

*Kucağıma kız düştü olm!! Sabah işe giderken her zaman olduğu gibi metrodaki 20 dakikalık uyuma ritüelimi gerçekleştiriyordum. İyice daldığım sırada bir çiğlık duydum, "La noliyi!" demeye kalmadan üstümde bi ağırlık hissettim. Gözlerimi açtığımda kucağımdan kalkan bi kız gördüm. Çok güzeldi lan! Yaşasın toplu taşıma araçları! Kız kaçarken "Kaza ile oldu pardon!" dedi ama olsun, görünmez kaza ehi ehi, keşke hep olsa asşldkasşldksa Ehliyet alma planlarıma da bir travesti kucağıma düşüp bana sarkana kadar son vermiş bulunuyorum askşdjaskjdasşld

*Bundan sonra sempatik bir insan olmak istiyorum hacı. Küfrederken bile sempatik olacam amına koyim! Fuck demeyecem mesela, fok diyecem. Daha sempatik aşslkdaşslkdasd. Küfrederken insanlara gülecem falan. Yarın büroya gittiğimde ilk iş yandaki kuaföre gülerek girip " Sizin ağzınızı yüzünü sgerim lan orospuçocukları" diyecem. Bunu yaparken sempatilerini kazanmam lazım yoksa ağzıma sıçabilirler, zira içerde altı kişi çalışıyor. Bakalım nasıl olacak?

*Alkolün etkisi ile gözüme hoş gelen ve yatağa atmak istediğim bir kıza hem felsefi hem esprili hem de sevişgen olduğumu göstereyim diye "İki taşağın arasına sıkışmış yarrak kadar yalnızım" dedim, "Üzülme, mutlaka bir el vardır, yalnız değilsindir" dedi. Sevineyim mi üzüleyim mi bilemedim :(

*Bye for now...

11 Nisan 2010 Pazar

Nezaket



oh bebek...

7 Nisan 2010 Çarşamba

Money Talks



Eski kız arkadaşım Kezban.

Parayı bulunca kafayı yedi, böyle ilginç bi insan oldu.

3 Nisan 2010 Cumartesi

Yeni gelinin dramı

Ben Deli Değilim !!!



*Selam.

* Her sabah metroya binip de işe gitmek için istasyonda beklerken, metronun yanaştığını gördüğümde aklımdan şu geçiyor: "Ulan şimdi aşağı düşüp ölsem acaba yarın ne olur? Neleri kaçırırım acaba?" Bir gün öleceğimi bilmek, sırf ertesi gün neler olduğunu öğrenemeyeceğim için canımı sıkıyor.

* KIT! diye gülen adam gördüm. Fıkrayı ağzından salyalar saçarak anlattıktan sonra "KIT!" diyip sustu herif. Korkudan aklım çıkacak sandım.

* Hayattan neler öğrendin? : Bir ilişkisi olmayan karşı cinsten iki kişinin başbaşa kaldıklarında birbirlerine sarkmadan geçirebilecekler maksimum süre 5 saat 37 dakikaymış.

* Etek altına uzun çizme modasını dirilten kim bilmiyorum,, ama yakaladığım yerde her yerinden öpecem ona eminim. Oh bebek... Yirim....

* Durup dururken hayattan soğumama neden olan bişey varsa o da siyah takım elbise altına kahverengi yumurta topukları giymiş biridir.

* "Fesupanallah!" diyen birini görünce tırsıyorum. Sanki bi anda sabır çekmeyi bırakıp adamın anasını sikiverecekmiş gibi geliyor. Köprüden önceki son çıkış gibi bir şey benim için. "Adam ol yoksa siktim belanı!" şeklinde algılıyorum, bi anda geri vitese takıyorum, ortamdan kaçasım, kendimi dağlara taşlara vurasım geliyor.

* Kediler dört ayak üstüne düşmüyormuş. Tam 22 tane kediyi telef etmem gerekti bunun için :((

Şaka lan şaka, yakalayamadım amına koduğumun hayvanlarını yoksa deneyecektim :(

* Adana Büyükşehir Belediyesinin başkanlığına başvurmak için formları nereden alıyoruz bilen varsa posta güvercini yollasın, duman yollasın bi şekilde haber etsin alşskdaşlskds

* Bye for now..

Ziyan



...aslında anlamalıydık. ilkokulun bahçesinde uyanmalıydık. hazır ol! rahat! hazır ol! dikkat! sağa bak! tesadüf değilmiş hiçbiri. devamı varmış meğer. alıştırmaymış onlar. gerisi buradaymış. milliyetçiliğin bir din olduğu bu ülkede, zorunlu hale getirilmediği takdirde askerlik hizmetine gönüllü bulamayacaklarından korktuklarını anlamalıydık! bir zamanlar, üzerimdeki tişörtte sarı, yeşil ve kırmızı yüzlü bir bob marley taşıdığım için, polis tarafından çevrilip "bu da ne?" dendiğinde anlamalıydım. "reggae!" dediğimde "nerede?" diyen polisin terör tehdidiyle dolmuş boş bakışlarından anlamalıydım. hiçbir yerinde bob marley yazmayan ve karanlığın içinden çıkan saçsız yüzün, herhangi bir pkk liderine ait olabileceği şüphesiyle karakola götürüldüğüm gün anlamalıydım. annemin, ayrıntılı tariflerimle cd' lerimin arasında bulduğu legend albümü ile odamdaki bob marley posterini söküp getirmesi sonucu serbest bırakıldığım an anlamadıydım. bir takım renk, ses, harf ve işaretlerin bir takım orospu çocukları tarafından rehin alınmış olduğunu anlamalıydım. sarıyı, yeşili, kırmızıyı çoktan dağa kaldırmışlardı! en boktanı da bunları onlar seçmişti! bize en ufak söz hakkı kalmamıştı.

"pembeyi alın, beyazı alın, bırakın diğerlerini!" demek için artık çok geç. eksiltmişler renkleri. sanki çok varmış gibi! umut dediğin, olimpiyat meşalesi değil ki! elbet söner. korkma, sönmez, dense de kül olur, gider. her teröristi teker teker gömsen de toprağa, o üç harfi nasıl getireceksin yan yana? lanetlenmiş bir kere, dönüş yok. bundan böyle hiçbir şeyi kısaltamayacaksın pkk diye. en az üç yüz sene! eksiltmişler harfleri! sanki çok varmış gibi!


Uzun zamandır ortada yoktu bu eleman, geri dönüünü yapmış, kitabının da hakkını vermiş. ASkerlik ile ilgili düşünceleri zaten ilginç, Muş'ta yapılan uzun dönem bi askerlikten sonra iyice oturtmuş bazı şeyleri. Güzel bi kitap olmuş 352 sayfayı insana hiç sıkmadan okutturabiliyor.

30 Mart 2010 Salı

Aşk


***N Gerekli İnsan ***Cehalet mutluluktur:
hacı gorusemıyoz yav
gozukmuyon ortalarda
M|B:
zor bir dönemden geçiyorum

***N Gerekli İnsan ***Cehalet mutluluktur:
hayırdır
M|B:
şimdi geriden başlayarak kronolojik bir biçimde anlatayım istersen
su tvde işe girdim
kızla dövüştüm
su tvde çalışmaya devam ettim
kızla dövüştüm
su tv
kızla dövüştüm
su tv
kızla dövüştüm
su tvden ayrıldım
kızla dövüştüm
iş aradım
kızla dövüştüm
2. dönem başladı
kızla dövüştüm
sınavım vardı
kızla dövüştüm
tezi hazırlamaya başladım
kızla dövüştüm
tez hocasının askerliği çıktı
kızla dövüştüm
hoca başka birine devretti
kızla dövüştüm
devrettiği ebemi sikti
kızla dövüştüm
röportaj ayarladım
kızla dövüştüm
pcde oyuna sardım
kızla dövüştüm

29 Mart 2010 Pazartesi

27 Mart 2010 Cumartesi

Hasat zamanı

İşte habercilik bu!!!

http://www.hurriyet.com.tr/spor/futbol/14230534.asp?top=1

http://www.sporx.com/futbol/superlig/188783/?ref=ABMR

Üniversite okuyacam, Basın-Yayın kazanıp da radyo televizyonda habercilik yapacam diye o kadar kasarsın, hadi oldu da kazandın diyelim; kim bilir kimin torpili ile hiçbir boktan anlamadığı halde yönetici sıfatını edinip de başa gelmiş olan 3-5 yavşağın ağız kokusunu çekersin; staj isterler, kameraman olmanı isterler, reji işlerini yapmanı isterler, süperman olup da uçmanı isterler.

Bütün bunları yaptıktan sonra yine yaranamazsın en ufak bi hatanda yol verirler, Türkiye'de basın sektöründe çalışmak böyle bişeydir işte.

Bu yönetici sıfatını edinip de sike sürülecek akla sahip olmayan şahısların iş verdiği kişiler ise yukarıdaki linklerde gördüğünüz tarzda haber yaparlar, "Herkes bize hasta oldu olm!" diye böbürlenerek gezerler.

Okumuşsun, kendisi geliştirmisin, bi gecede 100 sayfa yazı yazıp dergi çıkarmışsın vs. vs. vs. hiçbirini sikine takmaz bu basın sektöründekiler. Ama şöyle bişey var.

+ Lan! PES oynayabiliyo muydun sen?
- Hee... Gel bi eline vereyim.
+ Videosunu da çekelim lan kim kimin eline veriyo bakalım! Olmadı siteye koyarız, maksat dolu gözüksün.

Aşağı yukarı böyle bi muhabbet geçmiştir sanrım, yoksa normal bi şekilde siteye ne haber koysak diye düşünürken, "Hadi PES'te derbiyi oynayalım da onu koyalım siteye" demiş olmaları yukarıda yazdığım diyalogdan çok daha saçma geliyor kulağıma.

Uzun lafın kısası: böyle haberciliğin ta amına koyim!

partyboy

25 Mart 2010 Perşembe

Facebook



Facebook'a koymalık foto çektirecem diye çok kastım böyle acayip bişey çıktı ortaya :(

Hell yeeaahh

20 Mart 2010 Cumartesi

14 Mart 2010 Pazar

Spor yapmak lazım



Spora iki hafta ara verdim, götü göbeği salmışım :(((

Umumi tuvalette yaşanan yan pisuvar gerginliği



Niye yapıyosunuz lan bunu?

*Tuvalete gir*
*Hedefi bul*
*Pisuvara yanaş*
*Şrrrr... Huzur...*

Derken...

Amına koduğumun ruh hastası nası bi psikoloj ile yaşıyorsa, bomboş pisuvarlar arasında gelip de benim yanımdakini seçiyor. "Lan oğlum gay misin!? Top musun?!" desem yoktan yere kavga çıkacak. Niye tuvalette asabını bozuyosunuz lan insanın! İki dakka huzur içine işerken niye üçüncü sınf korku filminden alınan o gerilimi yaşatıyorsunuz bana?

Bunu abartanlar var bi de. Yan pisuvara geldin hadi eyvallah, ulan bari kaşın gözün doğru dursun. Milletin skine bakmaktan nasıl sapıkça bir zevk alıyorsunz anlamıyorum lan?

+ Hacı ne kadar sallasan da son damla illa ki dona düşecek
- Efendim??!!!
+ Uğraşma boşuna diyorum, olacağı varsa olur.
- ....
+ Ehehehe... Ohhhşşş..
- Gachayım :(((

Bunun bi de omuz omuza gelmekten keyif alan versiyonları var.

+Kardeşim, hadi pes etmek yok omuz omuza veriyoruz, güçlerimizi birleştiriyoruz yapabiliriz bunu!!!
- ??? (Noluyo lan?)
+ Şrrrrrr
- ????
+ Abi niye güç birleştiriyoruz Duvarı mı delecez amına koyim ?
- Ehehe, ne komiksin la sen öyle. Neyse ben kaçtım hadi görüşürüz...
+ ...????

Niye görüşüyorum lan ben senle bi daha? "Osman Abi ile dostluğumuz 2010 yılının Mart ayında omuz omuza işerken başladı." saşkdasşlkdaslşdk

Hasta olmayın amına koyim, gidin 3 adım ötede işeyin lan, tuvalette bari huzur verin insana :(

12 Mart 2010 Cuma

Cool guy or Cool gay



Kendini ağırdan satmak böyle bişey mi lan?

5 Mart 2010 Cuma

4 Mart 2010 Perşembe

I Hate This Game !!!




- Hacı kadroyu toparladık bi adam eksiğimiz kaldı, gelir misin yarın maça?
+ Gelmem mi bolm, adresi saati ver sen gelirim her türlü.

Spor yapmayı severim. Basketbol olsun, futbol olsun, tenis olsun, squash olsun (squash ne lan?) her türlü sporu elimden geldiğince yapmaktan da büyük keyif alırım. Bir İbrahimovic ya da Lebron James olacam diye iddiam yok, sadece koşturmayı seviyorum aga.

Aha yukarıdaki diyaloğa da bu yüzden girdim amına koyim. "Maç var geliyor musun?" Türkiye'nin hemen hemen her yerine futbol ya da basketbol maçı için kullanılan bir kalıp değil midir? Ben mi yanlış biliyorum, yoksa son yıllarda bazı şeyler değişti de haberim mi yok?

+ Olm bu ne lan 15'erden futbol maçı mı olur mınagoin?
- Abi ne futbolu ya? Rugby oynayacaz biz, söylemedik mi sana?
+ ???!!!
- Ehe biz arkadaşlarla toplanıp oynuyoruz böyle hem spor yapmış oluyoruz, hem de birbirimize giriyoruz çok zevkli : )))
+ ???!!!!
- Aslında kadromuz tamdı ama geçen hafta bi arkadaşın kolu kırılmış 2 yerinden onun yerine adam arıyoduk, sen seversin sporu diye çağırdık
+ Nası oyun lan bu??? : ((((
- Öğrenirsin moruk çok kolay.

Bok kolay! Ulan hayatımda izlediğim rugby'ye en çok benzeyen şey Amerikan Futbolu, ki hakkındaki tek fikrim deli danalar gibi boğuşan bir grup ayının arkasına topu geçirip bi çizgiyi geçince sayı yapmış oluyosun. (Ne bildiğimden bile emin değilim : ((( )

+ Olm nası bu oyun, bi anlatın lan?
- Ağa ileriye doğru pas vermek yasak
+ Hö?
- Yan tarafa doğru pas atıyosun, ileriye doğru ya koşacan ya şut çekecen.
+ Olm kesin yanlış biliyonuz bak, bi araştıralım şunu.
- Siktir et ya, şurda iki güreşiyoz işte : )))

Peki...

İlk hücum.

Uzaktan seyredeyim diyorum, olay neymiş, girmeyeyim kalabalığa. Resmen kan gövdeyi götürüyor arkadaş. Bir topun peşinde birbirini öldürmeye çalışan bir grup ayının içinde ne bok yiyecem diye düşünüyorum, ki o da ne

- Gökhaaaaaaan!! Tut!

Elimde top ile beklerken üstüme doğru koşan iki ayının karşısında gözüne ışık tutulmuş tavşan gibi bekliyorum amına koyim. Elim ayağıma dolaşmış. "La noliyi?" demeye kalmadan yere yıkılıyorum.

- Topu kapın la topu kapın!!!
+ Oaarrgghh (Yerdekilerin üstüne atlıyo bu ayı)
- Olm biriniz topu alın lan
+ Mına goduklarım bırakın la kolumu!!!
- Ersin, senin göt ne yumuşakmış lan öyle : ))))
+ Lan olm noluyo yaa : (((

Bu şekilde alt alta, üst üste topun peşinde olan bir grup düşünün, daha da ilginci top hemen yanlarında boşta beklemekte ama kimsenin ilgilendiği yok.

+ La, çekil, ulan bırak ayağımı!! Sikerim lan ben gidiyorum
- Oaarrğğhh
- Mınagoin ısırmasana lan
- Ersiiiin göte gel Ersiiiiin
- Olm skecem çekilin arkamdan : (((


İşte böyle böyle soğuttular beni rugby'den. Yoksa bir Johnny Wilkinson olup adımı tarihe altın harflerle bile yazdırabilirdim, ama ben değil rugby camiası kaybetti. Yurdumuzun dört bir yanında kimbilir kaç gencimiz daha rugbyden böyle böyle soğuyor. Bunun önüne geçilmesi için hayvanoğlu hayvan arkadaş grupları ile rugby oynanması yasaklanmalı ve bu sporun gelişmesi için kjhlkhlaşhaslhsdal

yeter lan saçma sapan bi hal aldı yazı.

Kıssadan hossa: Oynamayın rugby falan, gidin televizyondan seyredin

İmaj herşeydir



Yaz aylarına damga vurmaya geliyoruz

1 Mart 2010 Pazartesi

Hamdolsun



Hell yeeaahh !

28 Şubat 2010 Pazar

O Bir Fenomen !!!



Ortadoğu ve Balkanların en zalım şarkıcısı, ilginçlikler insanı, özgürlük savaşçısı, büyük düşünür, ulu bilge güzel insan Nihat Doğan yine coşmuş efenim.

KONUŞTUM, SUSURLUK GİBİ KAZA GEÇİRDİM

Sabah'a konuşan Doğan "Esra Ceyhan'ın programında, 1997'de söylediğim bir söz vardır. Esra Ceyhan yaşıyor, gidin sorun. 'Buradan devletime sesleniyorum; elinizi ayağınızı öpeyim PKK sorunu ile Kürt sorununu karıştırmayın. Her Kürt bölücü değildir. Bu süreçten mağdur olan vatandaşlarımıza devlet sahip çıksın,' dedim canlı yayında. 15 gün geçmedi, Susurluk kazası gibi kaza yaptım ben. Çünkü sisteme çomak soktum. Bunu da ilk defa söylüyorum. Haliç köprüsünde 50 takla attık. Biz bunları bugün söylemiş değiliz. 1071 için de 'Sesini kes, bu şarkıyı söyleme' diyor iki tarafın da ırkçısı." dedi.

Ziyaaaaaa!!! Ziyaaaa!!!!

Çatlı özentisi olmanı, haddinin olmadığı konularda ahkam kesmeni herşeyi siktir ettim de köprü üstünde 50 takla atmayı nasıl başardın amına koyim? köprüyü aşmadan o 50 taklayı nasıl tamamladın? o taklaları atacak kadar hıza ulaşacak (tahmini 350 km/s) arabayı nerden buldun? Ben şu insan halimle takla atmaya başlasam, o 50 taklanın sonunda en azından Okmeydanı'na kadar giderim lan.

Ayrıca dipnot olarak belirtelim araba ile takla atma rekoru 7 ile Casino Royale filminin dublör ekibine ait. Ondan önceki rekor ise 6 ile top gear ekibine aitmiş. Uzun yıllar kırılamayacak bir rekora imza atan Nihat Doğan'ı ayakta alkışlamak lazım.

22 Şubat 2010 Pazartesi

Denizden babam çıksa yerim



Bu çıksın bunu da yerim

19 Şubat 2010 Cuma

Gregor Samsa



Gregor Samsa o sabah bir kurt kadar aç olarak uyandı. Hemen mutfağa seyirtti amma velakin mutfakta yiyecek bir kurabiye bile bırakmamışlardı. Samsa baba yadigarı 14'lüğü çektiği gibi salona daldı ve ; "Nerde ulan kurabiyeler tarikatını siktiklerim!" diye kükredi.

"Yidik onu biz." cevabı ile gözleri döndü, 15 kişiye saldırdı, vahşet saçtı. "Biz büyüdük ve kirlendi dünya amına koyyim!" diye düşünerek ağladı. Gregor Samsa kurabiyesiz kalmış bir kurabiye canavarıydı, hayata küstü.

what starts with letter c ?
"cookie" starts with letter c,
there are other things that starts with c, but,
"c"s for cookie, that's enough for me,
"c"s for cookie, that's enough for mee,
cookie, cookie, cookie starts with "c"eeeee ....
oh boy,
cookie, cookie, cookie starts with "c"eeeee ....

if you take one bite on cookie a little bit,
and cookie looks like a "c",
the moon also look like a "c" sometimes,
but you can't eat that !

"c"s for cookie, that's enough for me,
"c"s for cookie, that's enough for meeeeee,
......
gnammm. nammm ...nmmmmm

17 Şubat 2010 Çarşamba

Saykodelik perwoll reklamları yasaklansın ulan!

Sahnede esas çocuk karaları bağlamış raks etmektedir. İki kız bu lavuğu izlerken aralarında konuşmaya başlarlar.

-Uff çocuğa bak. Yeni gömleğinin içinde çok zalım duruyor!! Yalarım!(Gömleğin yeni olduğunu nerden anladın ulan iki dakkada?)
+ Hayır gömleği yeni değil! Perwoll ile yıkandı.."Zotank!" (Perwoll'ü çıkartıp masaya vurma efekti)

Ulan noluyoruz aq? Nası insanlarsınız lan siz yanınızda deterjan ile geziyorsunuz demezler mi adama? Burada ufak şişelerden de bahsetmiyorum, iki litrelik şişe lan o. Çantaya koyayım desen ufak çaplı bavul taşıman lazım, arkamda saklarım desen o şişeyi alacak bi göt şeklini hayal bile edemiyorum arkadaşım. Ayrıca niye saklıyon lan şişeyi deli misin aq? asşkldalkshfaslg

Uzun lafın kısası, bu tarz mantığı zorlayan reklamlar bizim memlekete gelmez arkadaşım. Bize daha gerçekçi, daha olabilecek birşey ile gelin. Aşağıdaki gif'i örnek olarak gösterebiliriz mesela.

Image and video hosting by TinyPic

Unutmamak lazım ki Polat bir süper kahramandır, o herşeyi yapar, gerekirse pantolonundan deterjan şişesi bile çıkarır!

saşldksaşldkasşlkd

Bu kadar bitti...

Si yu...

15 Şubat 2010 Pazartesi

Happy Valentines Day



Gözlerimi açtım. her uyandığımdaki gibi, kernelimin boot sekansı başladı.
...

>default location:"ev"
>status description:
>...location set to default
>...time set "öğlen olmuş lan"
>uyanma.conf hasn't been changed
>executing -sevgiliye yumul
>error 31:
>...an error has occured - yatak contains no sevgili
>...the request is not supported
>displaying "gunaydin.ini"
>"...hay amına koyım..."
>sabah ereksiyonu is running already
>date set "february 14"
>boot process completed succesfully...

Bir anda "bugün 14 Şubat amına koyim ve bir sevgilim yok" diye kafama dank etti. "Olamaz" diye bağırıp restart attım ama yarım saat sonra tekrar uyandığımda hiç bir şey değişmemişti. Bir 14 Şubat’ı daha sap geçiriyordum.

Her adımımda küfür ederek banyoya gittim ve yüzümü yıkadım. Diğer günlerden daha çok 14 Şubat’ta koyuyordu bu şekilde olmak. Durumum o kadar moral bozucuydu ki kahvaltı bile yapmak istemedim.

Niye böyleydi? Niye her 14 Şubat’ı böyle balta geçiriyordum? "Bugünün ne özelliği var" diyerek kendimi kandırmaya uğraştıysam da yapamadım. kendimi kandırmayı bile beceremiyordum amına koyım.. İnsanlar günlerce bu geceyi düşleyerek planlar yaparlardı. Herkes için mutlu ve de kutlu olan şey benim için yalnızlık senfonisiydi.

İstesem de istemesem de bugünü de sevgilisiz geçirecektim, biliyordum, hep bugünkü gibi bir hayatım olacaktı, mutsuz, yalnız, çürük bir elma gibi. Biraz nefes alabilmek için hayal kurmaya ihtiyacım vardı. evden çıkmalıydım, burada durdukça aklımdan çıkmayan köhne hayatım, hayal kurabilmek için gereken tüm yaşam enerjimi sülük gibi emiyordu.

Hemen giyinip dışarı çıktım. Biraz olsun rahatlamıştım. Sağda solda yanıp sönen ışıklar, süslenmiş dükkan vitrinler bir nebze neşe vermişti bana. Neşeli bir yalnızdım. Keşke bir sevgilim olsaydı. hayat o kadar boştu, böyle tek başına it gibi gezinip durmak o kadar anlamsızdı ki yürüyerek kafa dağıtmak için çok büyük efor sarf ediyordum.




Yürürken, on metre kadar ilerimde duran bir eleman " Hey buradayım!" diye bir kıza seslendi. Kız koşarak geldi, birbirlerine sarıldılar. Oğlan kızı öyle bir öptü ki aşklarına oradan geçmekte olan herkes önünü ilikledi, esnaf saygı duruşuna geçti. O kadar ateşli bir öpüşmeydi ki, petrolün tüm ruhu alınmış hali olan asfalt bile ayaklarının altında yumuşadı, eridi, ayakkabılarına bulaştı. Bir an gelecek bu asfalt kurumaya başlayacaktı, her ikisi de yeni adımlar atamamaya, yola yapışmaya başlayacaktı ama şu anda çok mutluydular.

"Sikerim lan" diye bastım gittim. İyice moralim bozulmuştu. Bozulan moralimle beraber alkol ihtiyacım kabarmış, kendimi bir pubda bulmuştum bile. "Sap takılacağına siktir git daha iyi" dermiş gibi bakan garsondan bira sipariş ettim. Malak gibi içmeye başladım. Bugün kötü bir gündü ve bir sevgilim olsaydı ne kadar mutlu olabileceğim düşüncesiyle ofluyordum.

Keşke üniversitelerdeki sevgili dağıtım haftasını kaçırmasaydım. Biliyorsunuz, kayıt haftasından bir hafta sonra bölüm başkanına başvurursanız size fakülteden uygun bir sevgili ayarlar. Hiç bir zaman bu dağıtımı yakalayamamıştım, okula gittiğim zaman herkes kumrular gibi olurdu ve ben o moral bozukluğuyla bir daha okula gitmezdim. Lan ne olurdu biri zamanında beni arasaydı da "Oğlum sevgili dağıtıyorlar üniversitede, bir ara okula gel" deseydi. herkes kendine çalışıyordu, çan vardı amına koyım.

Hızlı içiyordum. hava kararmıştı, millet eğleniyordu. saatime baktım, Yeni Zelandalı sevgililer çoktan öpüşmüştü, Japonyada, Rusyada milyonlarca insan sevgilisiyle 14 Şubatı kutluyordu. Bir kaç saat sonra ben sevgilisizliğin en çok koyan anlarından birini yaşayacaktım.

Para verip dışarı çıktım. gene boğulacak gibi olmuştum. Kendimi karların üzerine attım. Buraya kar falan yağmamıştı, o kadar sarhoştum ki asfalt sokak kar gibi geliyordu ve fena üşütüyordu. Hatta kendimi ethernal sunshine of the spotless mind filmindeymiş gibi hissettim, karların üzerinde sevgilimi aradım. Kör olası çöpçüler aşkımı süpürmüştü, o kadar sıcaktı ki çöpçülerin elleri "Ne var bu kadar içecek amına koyım" diye beni yerden kaldırırlarken onlara gülümsedim.

Yürümeye başladım. Nereye gideceğimi bilmiyordum, gidecek bir yerim yoktu çünkü. ben de yere oturdum, bir süre "Allah rızası için bir sevgili" diye gelene geçene yakardım. Kalpsiz insanlar beni görmezden geldiler. ne olurdu bir tur verselerdi sevgililerini. "Burdayım" diye bağırdım ben de, bir sevgili başını çevirip de koşarak gelir diye bekledim. Barlar sokağının güvenlik görevlisi geldi "Ne içtin bilader?" diye güldü. "Sen gelme ulan ayı" diye onu tersledim ve "Buradayım" diye bağırmaya devam ettim. O da "Siktir git lan milletin huzurunu kaçırma" diyerek beni yalnızlığıma merhametsizce itti.

Sağdan soldan alkışlar ve bağrışmalar yükseldi. dünyada o anda hiç kimse beni umursamıyordu. Fişeğim olsa patlatırdım ama yoktu. saptım, önümüzdeki günlerden de bir beklentim yoktu. Geride kalan yıl gözlerimin önünden bir film şeridi gibi geçti, renksiz ve sessiz bir filmdi, hiç beğenmemiştim ama her sene aynı filmi izliyordum.



neşeli bir müzik başladı, kafam sustu.
>the system is shutting down...