31 Aralık 2009 Perşembe

Bilgisayar çağının aşıkları



Seviyorum kısa filmleri...

Uzun uzun insanı bayan diyaloglar, olaylar hede hödö vesaire olmaz. Olay son derece nettir falan filan. Ama o filmlerin altındaki yorumlar yok mu? İşte şalterin attığı an o andır sevgili Kamuran.

Örnek alarak SIGNS’i alalım.

Nedir bu filmin konusu? İçine kapanık, dış dünya ile pek muhatap olmayan, ev-iş iş-ev paralelinde bir hayat sürdüren bir adamın aşkla nispeten farklı bir yoldan tanışmasını konu almış. İzleyeni rahatlatıyor sanki, hayat ne güzel triplerine sokuyor.

Altındaki yorumlara bakıyoruz bu filmi bi tek ben mi beğendim acep, başkaları ne söyledi gibisinden. Aha şöyle yorumlar var.

Itırsu..
Çok güsel yhaaa...

Okşan...
Bende istiyorum

Gaffar...
Okşan sevişeh mi???

Of Aman Nalan...
Keşke gerçek olsa :(((

Bilgisayar çağının çocukları anlaşılan o ki ‘gerçek aşk’ denilen sike ulaşmak için bu tarz mucizeler bekliyorlar. Doğru yere bakmayı bilmedikleri için mutsuz oldukları gerçeğini bir yana atarsak, hadi bi deneyelim diyoruz. Uzuuuuuunca bir süredir camdan cama bakıştığımız bir kıza “Selam :)” yazdığımız kağıdı gösterelim ve bekleyelim. Çok değil 3 dakika içinde “Yetişiiiiiin beni taciz ediyor, gomşulaaaaar yardım edin beni sikeceğdileeeer” diye yeri göğü inletiyor.

Eeee hani gerçek olsa diyodunuz? Hani çok hoştu? Şaka mısınız lan siz amına koduklarım!!?? Oraya bi gelirsem hepinizi datmin ederim lan! Götler!!

Ondan sonra "keşke gerçek olsaydıııı :((((" Yok size gerçek falan amına koyim gidin parmak değiştirin! Fuck!!!

Sinirleniyorum mütemadiyen. Film süper ama o ayrı konu.

28 Aralık 2009 Pazartesi

27 Aralık 2009 Pazar

25 Aralık 2009 Cuma

Taxi Driver



Benim de işimin olduğu günler oldu elbet, hayatım boyunca işsiz değildim. Bir inşaat firmasında ofis boy olarak çalıştığım o günlerde sağa sola gönderiliyordum sık sık. "Al şu parayı koy cebine, taksiyle git gel zaman kaybetme" uğurlanma cümlem olmuştu resmen.

-Gökhan!
+Yettim Yüksel abi.
-Şu dosyaları al, Dikimevi'nde ssk'nın yeri var oraya git işlemleri tamamlat.
+Peki abi
-Bu amına koduğumun dürzüleri düzgün iş yapamayıp uğraştırıyo bizi idare ediver he mi koçum?
+(aşlskdlasşkd noliyi la) yok abi lafı mı olur çıkıyorum ben.
-Al şu parayı koy cebine, taksiyle git gel zaman kaybetme. Fişini de al deftere yazacaz.

Yola çıkılır, bir taksi çevrilir. Benim yaşlarımda kafa dengi bir eleman. Sohbet muhabbet, "Of karının göte bak" derken SSK'nın önüne yaklaşırken fiş istediğimi söylerim elemana. "Ne kadarlık fiş lazım?" diyerek cebinden kaşelenmiş imzalanmış fişleri çıkarır taksici.

-Ne kadar tuttu?
+Abi boşver ne kadar tuttuğunu ben ne yazayım?
-Ne tuttuysa onu yaz.
+12 tuttu?
-İyi madem 12 yaz.
+Abi istiyosan 15 yazayım? Lazım falan olur?
-Ulan yazmışken 25 yaz bari
+Abi ben düz hesap 50 lira yazdım buyur fişin. (yaz çiz cart! kes fişi) Hadi kolay gelsin abi.

Ne olduğunu anlamaya çalışırken taksiden inip de mal gibi elimde fiş kalakalmıştım. "Taksici milleti çok pistir, kol gibi sokarlar afedersin." diye konuşuluyorken böylesinin denk gelmesi de eşek şansından başka bişey değildir herhalde.

İsteseydi atom mühendisi bile olabilirdi

22 Aralık 2009 Salı

offff



çok sıkıldım lan..

19 Aralık 2009 Cumartesi

Popüler kültür



Ne yazık ki ülkemizde Nihat Doğan diye bir şey var.

Popüler olan ne varsa o şekilde karşıma çıkıyor bu herif. Türkiye’nin bacısı Seda Seyan ile birlikte olduğu dönem milli eniştemiz statüsüne yükseldikten sonra çizgisini koruyup, olur olmadık yerden olur olmadık şekilde karşımıza çıktı bu herif. Televizyon seyredelim dedik gece kuşağı eğlence programlarına çıktı, seçim dönemi yaklaştı “AK Parti, hobareey” diye çıktı, sürekli ortaya çıkıyor efendim durduramıyoruz! Skim hıyar diyene bir avuç tuzla koşmak diye über bi halk deyimimiz var, Nihat efendi bu doğrultuda yaşıyor sanırım.

Tabii ki bu kadar değil sıra en korkuncuna geldi. Yeni imajı ile ortaya çıkan Nihat yeni albümünün çıkış parçası “1071” de, AK Parti yalakalığı yapmaya devam ederken Türk-Kürt çekişmesini şiirle başlayıp r&b ve hip hop ezgileri ile devam eden bir müzik ile bizlere aktaracakmış.

Çok korkunç lan, aklım yerinden çıkacak gibi oluyor yemin ediyorum. Bi boku da eksik yap da en azından çizgin belli olsun diyecem ama ya hep ya hiç diyerek yola çıkıyor herif. Of daha da korkuncunu buldum, Nihat Doğan ile sıkı arkadaş olmak. Düşünsenize herif her gün farklı bişey ile geliyor.

-Emo stilini benimsedim artık.
-Ak Parti ile aydınlık yarınlara doğru.
-Hacı bu r&b ve hip-hop olaylarına mı aksak ne yapsak
-Ulan bu manken de ne ara bu kadar ünlü oldu bi takılalım peşine.
-Türk-Kürt kardeş, Amerika kalleş!
-2012 geliyo lan hepimiz öleceeeez :(


Allahım kabus gibi! Yok yok dur daha kötüsünü buldum. Nihat Doğan ile ev arkadaşı olmak. Ulan insan arkadaşından kaçıp kurtulup evine gidebilir, aynı evde yaşamak zorundayken ne bok yiyeceksin, aklına gelen herşeyi sana anlatacak herif.



“This is madness!” diyip 300 filminde Leonidas’ın attığı ‘ananı skerim!’ tekmesini kullanmaktan zerre çekinmem arkadaş. Bu ne lan! Düşündükçe daha da kötüleri geliyor aklıma.

“Gökhan o sabah uyandığında kendisini dev bir Nihat Doğan’a dönüşmüş olarak buldu.”

Ühü :(

Alt tarafı makara yapacaktım resmen bir canavar yarattım yahu, düşündükçe kendimden korkar oldum yeminle. Sanki Nihat Doğan ile aynı evde kalıyorum da, kapıyı açıp üzgün gözlerle bana bakıp “Ülkhe chok qötü ghünler gheciriyooo :(“ diyecek gibi geliyor, Allaım kafayı yiyecem, Üstümü başımı parçalayacam nasıl bi yere gidiyo bu yazı böyle.

Neyse bi son vereyim bari.

16 Aralık 2009 Çarşamba

Do you speak english ?

Yüzyıllardır İş Aradığım Ve Sonuç Alamadığım İçin Zaten Gerginim, Ve Yeni Bir İş Görüşmesi Daha..

İ: İşveren (Şirketin De Sahibi Aynı Zamanda)
B: Ben

Hal-Vakit Durum Vs.. Sorulmuş, İş İle İlgili Konuşmaya Geçilmiştir.

İ: Peki , Bana Gps'in Ne Olduğunu Açıklar Mısınız?
B: Tabii Ki Efenim Şimdi Gps, Global Positioning System Kelimelerinin Kısaltılmışıdır. Efendim Global Zaten Global, Position Zaten Pozisyon, System De Zaten Sistem. (Ne Diyom Lan Ben???)
İ: .....
B: .....
İ: Evet
B: Evet (Bu İş De Gidiyo Lan Bişeyler Söyle, Anlatsana Lan Gps'i...)
İ: Hımm. Özgeçmişinizde İngilizce İyi Yazıyor, Durumunuz Nedir?
B: Efendim Okuma, Yazma Ve Dinleme İyi Lakin Pratik Yapma İmkanım Pek Olmadığı İçin Konuşmda Biraz Sıkıntı Yaşıyorum.
İ: Pekala, Bir Bakalım. (İşveren, Sekreterine Telefon Açmış Ve İpek Hanım'ın Gelmesini İstemiştir)

İpek Hanım Odaya Girer, Benim Yaşlarımda, 1.80 Boyunda, Manken Vücutlu, Kıvırcık Sarı Saçlı, Mini Etekli, Yıllardır Rüyalarıma Giren Süper Taş Hatundur Kendisi.

Svibth: Süper Vücutlu İngilizce Bilen Taş Hatun

Svibth: Welcome, İ'll Try To Talk İn English With You (Merhaba, Sizinle İngilizce Konuşmaya Çalışıcam)
B: O..O...Ok (T..T..Tamam) (Allahım Rüyalarımın Kadınıyla Bilmediğim Bir Dilde Konuşucam, İş Olmasa Bile Hatun Olsun)
Svibth: As You See, İ Don't Have Your Cv, Please, Could You Tell Me About Yourself? (Yani Diyor Ki: Yıllardır Beklediğim Yakışıklı Güçlü Şahane Erkek Sensin, Neden Bu İhtiyarı Burda Bırakıp Evime Gitmiyoruz? Ya Da Ben Bunu Söylemesini İstiyorum Ama O Sadece "Gördüğünüz Gibi Bende Cv'niz Yok, Kendinizden Biraz Bahseder Misiniz" Diyor)
B: Ok, My Name İs bla bla, İ Was Born İn 1987, İn Ankara.(Ortaokul İngilizcesinin Dibine Vuruyorum Burada)My Mother Was Bla Bla Bla... My Father Was Bla Bla... (Burda Saçmalıyor, Haliyle Tercümeye Gerek Yok).... İ Live With My Family. (Ailemle Yaşıyorum)
Svibth: Oh Aren't You Married? (Aa! Evli Değil Misiniz?)
B: No You? (Hayır, Siz?)
Svibth: (Dünyada Gördüğüm En Güzel Gülümsemeyle) Hihihi.. No, And İt's Not Your Business. (Hayır, Ve Bu Sizi İlgilendirmez)

Bu Sırada Patron Sigarasını Yakmış, Kızın Karşısında Acı Çekmemi Zevkle İzliyor. Kızı Güldürmemden Kıllanan Patron Araya Girerek "Evet İpek Hanıım!" Diyor, İpek Hanım Konuya Dönerek İşimle İlgili Sorular Soruyor, Cevaplarken Ağır Aksak Konuşmam Patronun Hoşuna Gidiyor, Yüzüne Bir Gülümseme Yayılıyor, İpek Hanım İse Kaşlarının Ortasını Yukarı Kaldırarak O Mükemmel Üzgün Ve Masum İfadeyi Takınıyor, Oturduğum Yerde Kendimden Geçecem, Adamlar Farkında Değil.

B: Now İ'm Working On A Ee.. E... (Şu Anda Pazarlama Sektöründe Çalışıyorum Yalanını Sıkacam Ama Tıkanıyorum)
Svibth: İf You Can't Remember The Word, İt's Not Matter. (Kelimeyi Hatırlayamıyorsan Sorun Değil Diyor, Bana Diyor)
B: Ee.. İf İ Was Feeling Comfortable, İt Would Be Easy To Talk İn English (Daha Rahat Hissediyor Olsaydım Konuşmak Daha Kolay Olurdu)
Svibth: Are You Feeling Uncomfortable? (Rahatsız Mı Hissediyorsun?)
B: No.. No.. Not Uncomfortable But İ Feel Under Pressure. As You Know, İt Could Be The Most İmportant Minute Of My Life And İ'm Nervous. So İ'm Trying To Talk İn English By Thinking İn Turkish, İt's Very Hard You Know. And İ Feel Nervous Too When İ Talk With Beautiful Woman, And Now İ'm Trying To Talk With You
Yani Diyorum K,: Hayır Hayır Rahatsız Hissetmiyorum Ama Biraz Baskı Altında Hissediyorum. Bildiğiniz Gibi Bu Hayatımın En Önemli Dakikası Olabilir Ve Gerginim. Türkçe Düşünüp İngilizce Konuşmaya Çalışıyorum, Bilirsiniz Bu Çok Zor. Ayrıca Güzel Kadınlarla Konuşurken De Gergin Olurum Ve Şimdi Sizinle Konuşuyorum

Bu Sözümden Sonra İpeğimin Yüzü Aydınlanıyor, Ağzı Büyüyor, İnci Gibi Dişleri Görünüyor, Patron Rahatsız, Ben Boşaldım, İpek Patronuna Dönüyor Ve
"İngilizce Konusunda En Ufak Bir Sıkıntımız Yok" Diyor Teşekkürü Alıyor Ve Çıkıyor. Patronla Tekrar Baş Başa Kalıyoruz, Biraz Daha Muhabbet Edip Aranmak Üzere Gönderiliyorum. Çıkışta İpek Beni Bekliyor, "Kusura Bakma" Der Gibi Bakıyorum, "Saçmalama Salak Şeey, Ne Kusuru, Çok Tatlısın" Der Gibi Bakıyor, Yanına Gidiyorum, Teşekkür Ediyorum, O Melaike Gülüşü Bir Kez Daha Yüzünü Kaplıyor, Rica Ediyor, Merdivenlerden İnip Dışarı Çıkıyorum.

“Bi Sigara Olsa Ne Giderdi Aq” Diye Geçiriyorum İçimden. Tabii Sigara Da yok, Daha Sonra İş İçin Arayan Da. İşi Yine Alamıyorum.

3 Aralık 2009 Perşembe

joesph poolpo



"Bebekken kaybolan çocuğumuzu Sony müzik setleri büyütmüş..."

29 Kasım 2009 Pazar

Daniel Guiza



Hani top oynarken kendisinden büyüklerin gelip de sahadan siktir ettiği küçük çocukların uzaktan sahayı izleyişi olur ya.

İşte o tadı yakaladım Guiza'nın melül melül bakan gözlerinde.

İnternet pornocusu a.k.a reenkarne dantelli


- Abi gördün mü iliği?
- Geçen sülünü mü diyosun?
- Evet abi. Ben ne zaman şu baldırdan, şu kalçadan yana şanslı olucam de bana.

Cevabım yoktu. Libidosu dolunca geriye evriliyordu. Çaresizdik.

"Önemli olan şekil değil , ihtiva ettiği " diyecek olsam da lafımı bitirtmedi.
- Yok abi yok. Sokmuşum ihtivasına. Sağlık bakanlığından gıda ruhsatı mı alıyorum?
- Eee. Nedir nihayetinde arzun?
- Taş meme, darlık, sıkılık, bacak, ateş, arzu... Yerçekimsiz, sarkmamış bir dünya.
- Bilincimiz yönlendiriliyor, bize sunulanı almak zorunda bırakılıyoruz Halbuki görece...
- Abi sus gözünü seveyim ya kafamı şişirme. Bırak entel, dantel muhabbetleri gelenin göte bak!

Duracak gibi değildi. Gelenin de göt fena değildi. Hak vermedim değil. Arzudur neticede. Erkek,kız fark etmez. Arzudur.

- Abi bi daha dünyaya gelirsem, taş gibi bi hatunun donu olayım. Sütyeni olayım.
"Çüş" dedim. "Aygır mısın lan? Ayı!"
- Yok be abi. Çaresizlik. Ne hanzolar parası var diye ne ilikleri ayıklıyor lıkır lıkır.
- Saçmalama lan, muhabbetinde adabı olur, dedim. Deliyle muhabbetin ayarını tutturmak zordu.

Hasılı öldü abazan dostum. Kimseye dokunmadan,zarar vermeden, şehvetengiz hislerinin kurbanı bir internet pornocusu olarak öldü. Kafasına poşet geçirip 31 çekecekken. Şahin k donunu indirdiği sırada video "loading %75" demiş takılmış. Poşeti çıkaramamış,nefessiz kalmış.

Bir süre sonra harbiden Angelina'nın çekmecesinde dantelli bir tanga oldu. Çok mutluydu. "Abi yeri geliyor, iki gün giymek zorunda kalıyor beni.çılgınlık bu yaa" diyordu. Sevinmiştim onun adına.

Aklınıza gelen soruyu biliyorum. "Sen nerden biliyorsun, atmanın da bi üslubu,yordamı olur."
Ben de Brad'in baksırı olarak geldim dünyaya mnagyim. Arada bir bazen gecenin bi vakti halının üzerinde yanyana geliyoruz. "Naber dantelli” diyorum sinirimden "muradına erdin mi?" Bakıp gülüyor "Abi ne tarafa yatırıyor?" diye sorarken. Ağlıyorum sinirden. Allah belanı versin dolce gabbana man underwear collection summer :(

25 Kasım 2009 Çarşamba

Gözleri tamamen kapalı

"Gözlerini kapattın! Niye kapattın? Yine kimi hayal ediyorsun? Kurstaki o güzel memeli kızı di mi? Ha? Kimi?"

Kızım manyak mısın lan kalkmasana, bi gel bi konuşalım, bi fikir teatisinde bulunalım. Ne memesi, ne şeyi? Yani sevgili kardeşim, ben sana "Bakü-Ceyhan petrol boru hattı'na alternatif düşünüyorum" desem, ulan ben ne tür bir manyakla sevişiyormuşum demeyecek misin? Yahu ben nasıl bir divaneyle meşk eyliyormuşum diye dövünmeyecek misin? Ben sana desem ki "erken boşalmamak için tuzlu fıstığın çalışma prensibini düşünüyorum ben şu an", temizinden siktiri çekmeyecek misin götüme? Cevap istiyorum ulan.

Gözlerini kapattın, yine ne hayal ediyosun?

Yeni bir dünya hayal ediyorum amına koyim. Savaşların ve kavgaların olmadığı, çocukların özgürce koşabil... ah... özgürce boşalabild....

Öyle işte...

21 Kasım 2009 Cumartesi

Waking Life




Bir keresinde bir arkadaşım şunu söylemişti: Yapacağın en kötü hata hayatın bekleme odasında gerçekten de uyuyorken yaşadığını düşünmektir. Kurnazlık, senin uyanıkkenki akıl yeteneklerinle düşlerindeki sonsuz olanakları birleştirmektir. Eğer bunu yapabilirsen herşeyi yapabilirsin.
Hiç nefret ettiğin ve gerçekten de sıkı çalıştığın bir işin oldu mu? Uzun, sıkı bir çalışma günü. Sonunda evine gidersin yatarsın, gözlerini yumarsın. Ve birden kalkar ve farkına varırsın ki o gün boyu çalışma sadece bir rüyaymış. İçine uyandığın hayatı asgari ücrete satmak yeterince kötüyken, şimdi bir de rüyalarını bedavaya alırlar.


waking life'tan bir bölüm...

http://www.facebook.com/video/video.php?v=188724585488&ref=mf

Bu da bonusu, ayık kafa ile izlediğimde daha geniş bi yazı kıvırırım artık

18 Kasım 2009 Çarşamba

Bıçak parası



Binlerce şey düşündüm bugüne kadar, hepsine iyi kötü yorum yapabildim, bi şekilde açıklama uydurdum(mantıklı ya da mantıksız). Ama düğünlerdeki bıçak parası kavramını bir türlü anlayamıyorum!

İki insan yasal olarak sevişebilecek diye toplanıp coşmak zaten yeterince saçma. Yıllar önce atalarımız “Halayı biz çekeriz, mala damat vurur” diyerek olayı irdelemiş. Bir insanın atası nasıl böyle bir laf eder aklım almıyor gerçi, tek tek mezarlarını dolaşıp “Manyak mısınız lan, grup mu olacaktınız amına koyim?” desem tatmin edici bir cevap alamam. Gerçi hiçbir cevap alamam.. Lafı koyduktan sonra kıçını dönüp giden dizi karakterlerine benzeyen atalarım varmış gibi geliyor bazen.

Neyse devam ediyorum.

Gelin ile damat gelir dans ederler, romantik başlayan düğün sonra kravatların çıkarılıp kafaya bağlandığı, halay esnasında çılgınca coşulup freni patlamış kamyon edasıyla insanlara çarpılan, daha sonra kuruyemiş-meyve-pasta triosunun zıkkımlanıp evlenen çifte altın-para ve benzeri materyali taktıktan (“Geline bir büyük taktık biz, meh meh meh” esprisini yapan kaç kişi vardır bilmiyorum ama 70’ini geçmiş bi dayıdan duydum bunu) sonra herkesin köşesine çekildiği bir merasimdir. En azından benim şahit olduklarım böyle.

Orta çağda Avrupa’da yeni evlenenlerin kurdukları yuvaya bereket getireceği inancı ile kafalarına buğday atılırmış. Daha sonra İngilizler buğday yerine ufak kekler yapıp misafirlere ikram etmişler ama misafirler öküz olduğu için bunları da gelin damadın kafasına atmaya devam etmiş. Fransızlar ise “Biz bu öküzlüğü kaldıramayız, çok enteliz eehhmm” diyerek kek olayını pastaya evrimleştirmişler ve düğün pastası zıkkımı ortaya çıkmış.

Anlamadığım yere yavaş yavaş yaklaşıyorum, içim içime sığmıyor.

Çiftimiz yan yana dizilir, masa gelir, masanın üstüne pasta gelir herkes hevesle bekler... de, bu amına koduğumun pastasını elimizle mi yiyecez.

“Nöbetçileeeeeer!! Kılıcımı getirin ulan!”

Oradan bir garson elinde bıçakla uzakta belirir.

“Bıçağımız kesmiyor lordum..”

Zaten potansiyel olarak yolunacak kaz olarak görülmüş ve yolunabildiği kadar yolunmuş olan damadı daha da yolma çabası değil mi lan bu. Niye uğraştırıyor, sikko isimler buluyorsunuz anlamıyorum

Yapacak bişey yoktur gerçi. El cebe gider, paralar masaya atılır, garsonların gözü doymaz, biraz daha atılır, biraz daha, biraz daha, biraz...

Kimse de çıkıp demez ki” Nasıl kesmiyo la bu siktiğimin bıçağı?”
Bir kişi mi şu bıçağı alıp test edeyim ayağına kurtarmaz damadı masraftan.

Bir dahaki düğünde şu “bıçak kesmiyor” siki ortaya çıkıldığı vakit ceketimin altından döner bıçağını çıkarıp(Düğünlerde takım elbise giyilir... evet...) “Buyrun burda keseni var!” diyerek bir samuray edası ile sahneye atılmak istiyorum çılgınlar gibi.

Bir gün olacak... Hissediyorum...

Herşeyden Bahseden Adam...



Kesinlikle alakamız yok, benim farklı bir tarzım var, saksı değilim ben, en farklı tarz benim tarzım bi kere!!!

Andy Selva...


Milli takımlar düzeyinde Dünyanın gelmiş geçmiş en iyi golcüsü kesinlikle bu adamdır arkadaş.

“Kim bu lavuk?” diyenler için açıklama yapalım. Resmini gördüğünüz arkadaş 33 yaşındaki San Marino vatandaşı Andy Selva.Kariyeri boyunca İtalya’nın alt liglerinde koşturmuş olan bu arkadaşımız San Marino Milli Takımı’nın bugüne kadar attığı gollerin %80’ine tek başına imza atmış.

“San Marino gol mü atmış lan?” demeden önce istatistik verelim. Bugüne kadar çıktığı maçlarda çuvalla gol yiyen San Marino, biri İngiltere’ye (maçı 7-1 kaybettiler) ve biri de bize olmak üzere (1-1 berabere kalmıştık) 10 gole imza atmış. Bu gollerin sekizine tek başına imza koyan Selva takımını tek başına sırtlamış olamasa da Dünya Futbol tarihine geçecek bir istatistiğe imza atmış.

Bitti mi? Tabii ki hayır!

Şanlı San Marino Futbol Tarihinde yer alan tek galibiyeti getiren golde de Andy Selva’nın imzası var. 28 Nisan 2004’te Liechtenstein ile oynanan maçta takımının tek golünü atarak San Marino’ya maçı kazandırmış ve tarihe geçmeyi başarmış bir insan evladıdır bu adam.

Bu adamın istatistiklerine yaklaşan bir tane insan evladını bulana ya da getirene yüz bin lira veriyorum.

Büyük Golcüsün Selva, değerini bilemeyenler utansın.

8 Kasım 2009 Pazar

Mayonez

Sofranın ortasına götü doğrultup osursan bu kadar utanmazsın yahu. Bilim adamı olsam bu konu ile ilgili bilimsel çalışma yapıp, hesaplamasını çıkarırdım ama bu sesin beni ilgilendiren tek kısmı verdiği utanç. Gittiğin pizzacıda, cafede de ağzına kadar olmaz, illa ki dibinde durur bu meret. Senden bağımsız bir plastik kutu sesi yüzünden yerin dibine girersin. Lan hatun ile yemeğe çıkarsın, başına gelene bak.
+ Nasıl beğendin mi? Salaş gibi görünür ama hep ağız tadını bilen, gurme insanlar gelir.
- Ayh evet canım çok sevdim burayı. Mexican pizzası harikulade. Napoli'de bile yemedim yanıaaa
+ Bir geldiğimizde de karideslisini deneyelim. Japonyadan özel getirtiyorlarmış. Karidesleri elim kadar elim kadar. Şu mayonezi uzatır mısın canım.
- Çok zevklisin aşkım. Dikkat ettim de; senin kirpiklerin ne güzelmiş kıvrık kıvrık böyle
+ Eheh sağol canım. Senin gözlerinde kaybolduğu içindir -zort zort pösürt pösürt- (senin mayonez gibi talükatını sikeyim emi)
- ?! (terbiyesiz)
+ Özür dilerim canım. (sanki ses benden çıkıyo. niye üstleniyorsam suçu amına koyim) haa gözlerin diyordum, böyle nil yeşili gibi dimi. Böyle giydiğin kıyafete göre de değişiyor hani :)
- Neyse, kalkalım mı?
+ Yiyorduk ama (hala da ısrarla sıkıyor) -zort zort pösürt pösürt-
- Abim birazdan alacak beni bekletmeyim.
+ Ama biz karidesli falan... elim gibi elim gibi.
- Mayonezsiz yemeyeceğine söz verirsen geliriz.
+ Peki :(

26 Ekim 2009 Pazartesi

God?

Saçmalık konusuna gelince, işadamı din adamıyla aşık atamaz.
Çünkü, şunu söylemeliyim ki dostlar, konu saçmalık olunca, ama en büyük, rakip tanımaz, gerçek saçmalık olunca, bütün rakipleri arasında dine hak ettigi yeri açmamız gerekiyor. Din rakipsiz bu konuda. Din, açıkça tüm zamanların en saçma hikayesine sahip. Düşünün. Din, insanları ciddi ciddi ikna etmiştir ki, gökte yaşayan ve her günün her dakikası, yaptığınız her şeyi izleyen bir görünmez adam var. Ve bu görünmez adamın, yapmanızı istemediği şeylerden oluşan 10 maddelik bir listesi var. Eğer bu listedeki herhangi bir şeyi yaparsanız, sizi ateşle, dumanla, ve işkenceyle dolu bir yere sonsuza dek yaşamaya gönderecek. Zamanın sonuna kadar yanarak, boğularak, çığlık atarak acı çekin diye.

Fakat, bu görünmez adam sizi seviyor! Sizi seviyor ve paraya ihtiyacı var! Her şeye gücü yetiyor, her açıdan mükemmel ama her nasılsa şu para işini bir türlü beceremiyor. Din her yıl milyonlarca dolarlık masraf yaratır, sıfır vergi öder ve her zaman biraz daha fazla paraya ihtiyacı vardır.

Fakat bir şeyi bilmenizi istiyorum. Bu ciddi. Tanrı’ya inanma konusuna gelince dostlar, inanın çok denedim. Fakat ne kadar uzun yaşar, ne kadar çok şey görürseniz, bir şeylerin yanlış olduğunu o kadar fark ediyorsunuz. Savaş, salgın hastalık, ölüm, yıkım, açlık, fakirlik, işkence, suç, çürümüşlük, kokuşmuşluk, vs. Bu tabloda kesinlikle yanlış olan bir şeyler var. Bu iş pek başarılı bir iş değil. Eğer bu tanrının yapabileceğinin en iyisiyse, pek etkilenmediğimi söylemeliyim. Her şeye kadir bir varlığın elinden bu tür sonuçlar çıkmamalı. Bu sonuçlar, daha çok işinden bezmiş aksi bir devlet memurunun yapacağı türde bir işe benziyor. Ve aramızda kalsın, adilce yönetilen bir evrende bu herif çoktan işten atılmış olurdu. Bu arada, bu herif diyorum, çünkü inanıyorum ki, sonuçlara bakıldığında, eğer tanrı varsa bir erkek olmalı. Hiçbir kadın işleri bu kadar alt üst edemezdi. Bu yüzden, eğer tanrı varsa, çoğu aklı başında kişi sanırım bana katılırdı ki, o kadar güçlü olmamalı. Ya da, belki umurunda değil hiç birşey. Ki bu özelliği de takdir ederim bir insanda. Ve bunca kötü sonucu da açıklar bu durum.

Bu yüzden, tüm bunların, güçsüz veya hiç bir şeyi umursamayan bir baba modeli tarafından yaratıldığına inanan bir dindar robot olmaktansa, tapacak başka bir şey aramaya başladım. Gerçekten güvenebileceğim bir şey.

Ve hemen, güneşi buldum. Aniden oluverdi. Bir gecede bir güneşe tapar olup çıktım. Yani gece değil, güneşi gece göremezsiniz ama sabah kalkar kalkmaz bir güneşe tapar oldum. Pek çok sebep yüzünden. Her şeyden önce, güneşi görebilirsiniz, haksız miyim? Akla gelebilecek diğer bazı tanrılardan farklı olarak, güneşi gerçekten görebilirsiniz. Bu benim için önemli. Eğer bir şeyi görebiliyorsam, güvenilirliği artıyor gözümde, bilmem anlatabiliyor muyum? Her gün güneşi görebiliyorum ve bana ihtiyacım olan her şeyi veriyor; sıcaklık, ışık, yiyecek, parktaki çiçekler, göldeki yansımalar, arada bir de deri kanseri. Ama olur o kadar. Hiç olmazsa, çarmıha germeler yok ve insanları sırf bizimle aynı fikirde değiller diye ateşe göndermiyoruz.

Güneşe taparlık basit bir inanç. İçinde gizem yok, mucizeler yok, para isteyen yok, şarkı öğrenmek gerekmiyor ve haftada bir toplanıp kıyafet karşılaştırmak için ayrılmış bir özel binamız yok. Ve güneş hakkında en güzel şey, bana hiçbir zaman değersiz olduğumu söylememesi. Bana kurtarılması gereken kötü bir insan olduğumu söylemez hiç. Nazik olmayan tek bir söz bile söylemedi şimdiye dek. Bana iyi davranır. Bu yüzden güneşe tapınırım. Ama dua ettiğimde güneşe dua etmem. Neden mi? Çünkü arkadaşlığımızı kötüye kullanmak istemem. Hoş bir şey değil bu.

İnsanların tanrıya çok kaba davrandığını düşünmüşümdür çoğu kez. Bana katılmaz mısınız bu konuda? Her gün trilyonlarca dualar, iyilik istemeler, yalvarmalar. Şunu yap, bunu ver, yeni bir araba lazım bana, daha iyi bir iş istiyorum. Ve çoğu dua da Pazar günü yapılır. Adamın boş gününde. Nazik değil bu. Bir arkadaşa böyle davranılmaz.

Fakat insanlar dua ederler, öyle değil mi? Ve pek çok değişik şeyler için dua ederler. Kardeşinizin ameliyata ihtiyacı vardır, öbür kardeşiniz tutuklanmıştır. Ya da aşağıdaki dükkanda çalışan kızıl saçlıyı yatağa atmak istersiniz. Bunun için dua edilmeli mi? Herhalde etmekten başka çare yok. Ve bence, bunda garip bir şey yok. İstediğiniz her şey için dua edebilirsiniz. Fakat, peki tanrının evrenle ilgili planına ne oldu o zaman?

Hatırlasanıza. Kutsal plan. Uzun zaman önce, tanrı bir kutsal plan yaptı. Üzerinde bayağı düşündü, iyi bir plan olduğuna karar verdi ve uygulamaya koydu. Ve milyarlarca yıldır bu plan iyi kötü işliyor. Fakat şimdi sen gelip bir şey için dua ediyorsun. Farz et ki istediğin şey bu planda yok? Şimdi ne yapmasını istiyorsun adamın? Planını mi değiştirsin? Sadece senin için mi? Bu biraz kibirli bir tavır olmuyor mu? Kutsal plan o. Eğer cebine 2 dolarlık dua kitabını yerleştirmiş her salak kalkıp senin planını bozabiliyorsa, tanrı olmanın anlamı ne? Ve başka bir şey daha. Düşünün ki, dualarınız yerine gelmedi. Ne dersiniz? “Valla, bu tanrının isteği olmalı”. Peki, bu tanrının isteği ama o zaten ne istiyorsa onu yapacağına göre, o zaman dua etmenin anlamı ne? Bana boş bir çaba gibi geliyor. Bu dua kısmını atlayıp doğrudan onun isteği desek olmaz mı? Her neyse. Karışık mesele.

Bu yüzden, tüm bunların önüne geçmek için güneşe tapmaya karar verdim. Fakat dediğim gibi, güneşe dua etmem. Kime dua ederim biliyor musunuz, Joe Pesci’ye. İki sebeple: Birincisi, bence iyi bir aktör. Bu önemli. İkincisi, iş halledebilecek türde birine benziyor. Öyle boş yere oyalamaz adamı Joe Pesci. Aslında, Joe Pesci, tanrının beceremediği 1-2 konuda başarılı oldu bile.

Yıllarca, tanrıdan köpeği havlayıp duran gürültücü komşum konusunda bir şeyler yapmasını isteyip durdum. Joe Pesci tek ziyarette herifi yola getirdi. Bir beyzbol sopasıyla neler yapılabileceği çok garip. Bu yüzden yaklaşık bir yıldır Joe’ya dua ediyorum şu anda. Ve bir şey fark ettim. Tanrıya zamanında ettiğim dualar ve Joe Pesci’ye ettiğim dualar, aşağı yukarı % 50 gibi bir oranla yerine geliyor. Yarısında istediğimi alıyorum, diğer yarısında alamıyorum. Aynı tanrı gibi: 50- 50. Aynen dört yapraklı yonca ve at nalı gibi, dilek kuyusu ve tavşan ayağı gibi. Mojo adamı gibi, bir keçinin testislerini sıkarak bana geleceğimi söylemeye çalışan Voodoo büyücüsü falcı kadın gibi: 50-50. Yani, batıl inancınızı seçin, arkanıza yaslanın, bir dilek dileyin ve keyfinize bakin.

Ve incile ahlaki hikayeler ve dersler için bakanlarınıza da birkaç başka hikaye önerebilirim. Üç küçük domuz hikayesi mesela. Pek fena değil. Güzel bir mutlu sonu var. Eminim seveceksiniz. Ya da kırmızı başlıklı kız, her ne kadar kötü kurdun büyükanneyi yediği bir kısmı varsa da o da fena değil. Ki benim umurumda da değil bu kısım.

Ve sonuç olarak, Humpty Dumpty hikayesinde de oldukça iyi bir ahlaki değer görmüşümdür. En sevdiğim kısmı ne biliyor musunuz “Kralın bütün atları ve adamları Humpty Dumpty’yi bir araya getirmeyi beceremiyorlar”. Çünkü Humpty Dumpty yok, tanrı da yok. Tek bir tane bile yok ve hiçbir zaman da olmadı. Hatta, şöyle söyleyeyim. Eğer tanrı varsa, şu seyircileri çarpsın ve öldürsün! Gördünüz mü? Bir şey olmadı. Hiç birşey olmadı. Herkes sağlıklı. Hatta, şunu söyleyeyim, biraz iddiayı yükselteceğim. Eğer tanrı varsa, şu anda beni çarpıp öldürsün! Bakın yine bir şey olmadı. O, bir dakika, bacağımda bir kramp var. Ve testislerim acıyor. Artı, kör oldum. Ah, kör oldum. Yok şimdi yine iyiyim. Herhalde Joe Pesci’ydi bunu yapan. Tanrı Joe Pesci’yi kutsasın. Hepinize çok teşekkürler. Joe sizi kutsasın!

17 Ekim 2009 Cumartesi

Samimiyetin doruk noktası...



Facebook hayatımızın önemli bir parçası oldu. Tamam bunu kabul ediyorum, bende bayağı zaman geçiriyorum. Her yaptığını Facebook'a yazan denyoları da gördüm, tuvaletteyim yazan arkadaşım var lan! Bu kadar içli dışlı olduk Facebook nanesi ile.

Ama bu yukardaki nedir arkadaşım?
Bu nasıl bir samimiyettir?
Enseye tokat göte parmak kıvamına bir samimiyete sahip olduğumuzu Facebook'a düşündüren nedir?
Hepsini bi yana bıraktım "Sen neyi nereye sokuyosun arkadaşım, ne ayaksın?" demezler mi adama?
Ne lan bu?

Facebook akıllı olsun...

14 Ekim 2009 Çarşamba

Öyle bir zaman ki

tarih içinde zamanımızın paradoksunu şöyle sıralayabiliriz:

daha yüksek binalarımız, ama daha kısa sabrımız var; daha geniş oto yollarımız, ama daha dar bakış açılarımız var.

daha çok harcıyoruz, ama daha az şeye sahibiz; daha fazla satın alıyoruz, ama daha az hoşnut kalıyoruz.

daha büyük evlerimiz, ama daha küçük ailelerimiz; daha çok ev gereçleri, ama daha az zamanımız var.

daha çok eğitimimiz, ama daha az sağduyumuz; daha fazla bilgimiz, ama daha az bilgeliğimiz var. daha çok uzmanımız, ama
yine de daha çok sorunumuz; daha çok ilacımız, ama daha az sağlığımız var.

çok fazla alkol ve sigara tüketiyoruz, çok savurganca para harcıyoruz, çok az gülüyoruz, çok hızlı araba kullanıyor, çok çabuk kızıyoruz, çok geç saatlere kadar oturuyor, çok yorgun kalkıyoruz, çok az okuyor çok fazla tv izliyoruz ve çok ender şükrediyoruz.

mal varlıklarımızı çoğalttık, ama değerlerimizi azalttık. çok konuşuyoruz, çok az seviyoruz ve çok sık nefret ediyoruz.

geçimimizi sağlamayı öğrendik, ama yaşam kurmayı öğrenemedik.

yaşamımıza yıllar kattık, ama yıllara yaşam katamadık. aya gidip gelmeyi öğrendik, ama yeni komşumuzla karşılaşmak için caddenin karşısına geçmekte sorunumuz var. dış uzayı fethettik, ama iç dünyamızı edemedik. daha büyük işler yaptık, ama daha iyi işler yapamadık.

havayı temizledik, ama ruhumuzu kirlettik. atoma hükmettik, ama önyargılarımıza edemedik. daha çok yazıyoruz, ama daha az öğreniyoruz.

daha çok plan yapıyoruz, daha az sonuca varıyoruz. koşuşmayı öğrendik, ama beklemeyi öğrenemedik. daha fazla bilgiyi depolamak, her zamankinden daha çok kopya çıkarmak için daha çok bilgisayarlar yapıyoruz, ama git gide daha az iletişim kuruyoruz.

zaman artık, hızlı hazırlanan ve yavaş sindirilen yiyeceklerin; büyük adamlar ve küçük karakterlerin; yüksek kârlar ve sığ ilişkilerin zamanıdır. günümüz artık, iki maaşın girdiği ama boşanmaların daha çok olduğu, daha süslü evler, ama dağılmış yuvaların olduğu günlerdir. bu günler, hızlı seyahatler, kullanılıp atılan çocuk bezleri, yok edilen ahlakî değerler, bir gecelik ilişkiler, obez bedenler ve neşelendirmekten sakinleştirmeye hatta öldürmeye kadar her şeyi yapabilen hapların olduğu günlerdir.

vitrinlerde her şeyin sergilendiği, ama depolarda hiçbir şeyin olmadığı bir zamandayız.

öyle bir zaman ki teknoloji bu mektubu size getirebilir, siz bu içselliği ya paylaşmayı, ya da sil tuşuna basmayı seçebilirsiniz.

yaşam, aldığımız nefes sayısıyla değil, nefesimizi kesen anların sayısıyla ölçülür. paylaşmak özel ve güzeldir, yaşamı paylaşmak, özel gün ve anları paylaşmak, değer verip değerinizi bilen birileri olduğunu bilmek, onunla paylaşmak ne kadar lüks artık. onu bulmak ve kaybetmemek, dostluğu, sevgiyi, hüznü paylaşmak, ne güzeldir tüm bunların tarihe karıştığı bir dönemde elde etmek ve yaşamak...

8 Ekim 2009 Perşembe

DÜniversite

Üniversiteler, geleceğin okullarıdır, dünden beri böyle gelir. Dün dediğim zaman, bundan 1000 sene evvel...

Biraz temele inelim. University kelimesinden evvele; Kampus. Kampus dedikleri kelime Türkçe'de Kampüs diye zuhur bulmuş, eski Romalılar zamanında köylerden büyük şehirlerden küçük ve genelde sınırları korumak maksadıyla kurulan yerleşim birimlerine kampus denirdi.

Üniversiteler kurulduğu zaman işte çoğunluğu köylerden büyük ama kasaba olmadığı için ve biraz da "Evropai" olması için Kampus dediler. TDK amcamız da bu kelimenin karşılığına "Yerleşke" çevirisini yaptı ama kullanan üniversite sayısı oldukça azdır.

Türkler dünyanın en büyük üniversitesini kurdular zamanında "Nizamiye Medresesi"

Medreseler her şehre kondu, talebeler yetişti ve alim oldular.

O zamanki her medrese talebesi hgeleceğin güneşi olarak tasvirlendirilirdi. En boş beleş olanları bugün dünyanın en büyük şairlerinden sayılırlar.

Şimdi ne oldu? Türkiye'de herkes üniversiteli oldu. Oldu mu? Olllldu.

Bu sınavların kıstası nedir?

Makine olacaksın arkadaş. Mantık?

Şimdi mesela makine mühendisi yetişecek. Makine mühendisi olmak için ÖSS'den süper bi puan almak lazım. O süper bi puanı almak için süper test çözmek gerekecek. Aslında testleri çözerek kendimizi testlere alıştırıyormuşuz. Palavra. Kaç kişi okuduğu soruyu anlıyor? Soralım lütfen. Sadece sorunun esas kısmını okuyor, yorum bilmiyor, soruya bakıp cevabı işaretliyor. Zamanla yarışıyor, kendiyle yarışıyor, rakipleriyle yarışıyor.

Dolayısıyla kazanıyor ve giriyor. Evet giriyor.

Öğretim üyesi olmayan okullar açılıyor.

Prof'u olmayanlar da...

Misal, Ağrı, Yozgat gibi illerde rektör mertebesindeki öğretim üyeleri Yard.Doç veya Doç. Her ile bir üniversite olursa, lise öğretmenleri üniversitelere prof olur.

İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi misal. Türkiye'nin en iyi hukuk fakültelerinden. Yılda 1200 öğrenci alıyor. İlkokullar gibi, sabahçı-öğlenci yapıldı koskoca okul. 1453'ten beri böyle rezalet görmedi belki de...

İşte Dün üniversitelerde vasıflı eleman yetişirdi, bugün işsiz yetişiyor.

Bugün Hong Kong gibi İstanbul kadar bir şehirde dünyanın ilk 100 listesine girmiş 3 üniversite bulunurken, bizim okullar ilk 1000 oldukları zaman gurur duyuyorlar.

Bugün elin Avrupa, Amerika, Avustralya, Çin, Japonya, Hong Kong, Yeni Zellanda gibi ülkelerde eğitimde sınır yokken, bizde ÖSS'ye bağlı robot yetiştiriciliği yapılıyor.

Japonlar robot yaparken, Türkler robot yetiştiriyor. O robotlar doğuyor, her ülkede doğmuş çocuklar gibi önce konuşup yürüyor, 7 yaşına gelince okur-yazar oluyor. Sonra SBS ile kafa bulandırılıp yarış yapmaya hazırlanıyor, sonra ÖSS ile robot yapılıyor.

Üniversitede proje isteniyor, gençler; "A mı, B mi, C mi, D mi yoksa E mi?" diyor.

ÖSS'ye göre nedir bu şıklar?

A) beni sınırlayan şeyler neler?
B) kendi yorumum lazım mı?
C) senin istediğin cevap ne?
D) sonucunda alacağım not nedir?
E) hepsi

Doğru cevap E

Normalde bu şıklar şöyle olmalıydı;

A) Tamamen özgürsünüz
B) Tüm yorumlarınızı katıp, beyninizi sınırlandırmayın
C) Önemli olan benim istediğim cevap değil, senin verdiğin cevapta ne kadar yaratıcı olduğun
D) Sonucunda alacağın not değil geleceğin nokta sonucun olacak
E) Hepsi

Doğru cevap E

Ancak şıklar farklı.

Dün, ne girerken bir sınır vardı, ne çıkarken bir kıstas.
Bugün giren ÖSS oluyor çıkan YÖK...

4 Ekim 2009 Pazar

Just Do It!



İsteseydi atom mühendisi bile olaiblirdi...

Anlamsız...



*iddaa tutturmam lazım
-ver maç ismini hemen skoru söyleyeyim sana
*çemişgezekspor - rayo vallecano
-çemişgezek akar
*mac cemısgezeksporun evınde oynanıyor
*salonda
*ama kalecı hayrullahın annesı bu ıse pek sıcak bakmıyomus
*trıbun baskısı ıkı takımı da etkıleyebılır
-abi top çorap ne olacağı belli olmaz
-çemişgezekin sahası kaç kişilik ki
-4-5?
*walla bi tane üçlü koltuk var onu dısarı cıkarırlarsa 7-8 kişi olur
-*vayekano deplasman takımı ama
*şurda iki dakka ciddi bişey konuşamadık
*hacı trıbun baskısı sert dıyorum
*meşe agacından odun yapmıs hayrullahın annesı
-öeeh
*gecen macta velez sarsfıeld ın orta saha oyuncusu patrıcıo perez ıcerı camurlu ayakkabı ıle gırınce saldırmıs ona
*kafasına oturtmus odunu
-abi holiganlık böyle bişey işte
*mac boyle bı ortamda oynanacak dusun artık
-fair play ruhuna hiç yakışmıyor
*oyle walla
*kınadıgımı bılerten bı mesajı cemısgezekspor yonetımıne yolladım
-aslansın
*taraftar grubu senın mını ırzını skerız ulan dıye kapıma dayandı
*türkiye nereye gidiyor böyle
-lanet bürokrasi seni yıldırtmasın
*neyse adamım dıger macı yorumlayalım ıstersen
-evet erman hocam
-bitirmeden
-bu maç üst biter
-banko 1
*evet bu macı 8,5 orandan banko 1 olarak kuponlarımıza ısaretlıyoruz
*sıradakı mac kımındı
-hemen bakalım
-yusufgücüspor - tatak belediye
-yok
-bu başkamıymış neymiş
*bu macı mı yorumlayacaz
*aklımı karıstırdın hocam
--bu eski maçmış yahu
arkadaşım kağıtları kim karıştırdı
-1997 yazıyor burda hayvan herifler
*ehü
*rejimiz çok şakacı bugün sevgili hocam
-çook
-reyting kaygısı mı desem ne desem
*yok hocam reytıng kaygısı ıcın olsa benım surda hakeme agız dolusu orrrrrrospucocugu dememe ses cıkarmazlardı reytıngın dıbıne vururduk
-aman hocam ana bacı yapmayalım
-gerçi geçen gün taksimde gördüydüm ben bunun anasını ama
-gece gece jartiyerle dolaşması orospu olduğu anlamına gelmez heral
*bılmıyorum da cok hos hatun valla
*hanı gecen ajanstan katalog ıstemıstık
-ooh
-sen ne diyosun
*onlara benzıyor
-hayatımda gördüğüm en pürüzsüz vücut lan
*oyle hocam ne 18lıkler var daha sımdıden porsumus
-sorma sorma
-bakmıyorlar hocu kendilerine
-saçlarında bi kilo yağ
-dişler desen yosun tutmuş artık
-öeeh
*neyse hocam sımdı rejiden işaret geldi
*yonetmenımızın akrabaları kapıya dayanmıs
*havalandırmadan kacalım dıyerek yayını noktalıyorum ben
-buyursunlar bi çay ikram edelim
-canlı yayında bi sikim yiyemezler ya
-aman hocam gittin mi hemen
*az önce ışıkçıyı sikmişler yalnız
*bunu göz önüne almakta fayda var

canımız sıkılıyor aga !

28 Eylül 2009 Pazartesi

Burası Ankara !



Dikkatli olmak lazım...

26 Eylül 2009 Cumartesi

25 Eylül 2009 Cuma

Bu Senin Mi??!!




Sadece birkaç saatte ruh halimi bozan Ramo Kid'e teşekkür ediyorum.

Adamın eline koluna bakmayacam diye şaşı oluyodum lan !

"çünkü burası potaekibi..."

el yee...

20 Eylül 2009 Pazar

Yarrak gibi adam



... Ölmek için çok genç,
yaşamak içinse artık geç...


Bir yerde oturmuş, saatlerdir içiyorduk. Önümüzde buz gibi biralar ve muhabbet edebileceğim birkaç arkadaşımın yanında yapacak hiçbir işimin olmadığının farkında olduğum için alabildiğine rahattım. Muhabbeti alkol ile harmanlamanın da etkisi ile ota boka sırıtmaya başlamıştık. Çayırda otlamasını kesip de gölgeye yayılmış geviş getiren öküzlerin rahatlığı vardı üstümde.

Arkadaşlarımdan biri sıkkınca oturuyordu, ‘Acaba bir derdi mi var?’ diye düşündüm. Ne derdi olabilirdi ki, o da masada oturan ben ve diğer elemanlar gibiydi. ‘Yemek bulunca ye, dayak bulunca kaç’ lafını kendisine ilke edinmiş, dünya sikine minare götüne modunda yaşayan dertsiz adamlardık hepimiz. Arkadaşım arada “Ooofff!” çekiyor, masaları teker teker süzdükten sonra bir of daha çekip birasından içiyordu. Alkolden bir milyon olmuş aklım bana bir taşak malzemesi bulduğumu bildirdi ve arkadaşımın iyice düşüncelerine boğulup dalgınlaştığı bir anda atağa geçtim:

Ne oldu lan yavşak!?

Bir an irkildi, biz üç ayı “Mohahahaha” diye güldük. Gülmemizin bir sebebi yoktu elbette, biri osursa gülecek kıvamdaydık, bu adamın derdi nedir, yardımcı olur muyuz, gel abinin kollarına anlat derdini modunda değildik hiçbirimiz. Ciddi bir şeyin olabileceğini tahmin bile etmiyorduk, yıllar önce kovmuştuk hayatımızdaki ciddi şeyleri.

Yarrak gibi yaşıyoruz amına koyim” dedi. Yine “Mohahahaha” diye güldük, neresi yarrak gibiydi lan hayatımızın gül gibi yaşıyorduk işte.

Nesi yarrak gibi lan?” diyerek düşüncelerimi dile getirdi bir diğer arkadaşım. Oflayan belini doğrultup birasını bitirdi.

Yarrak gibiyiz, bi sik yaptığımız yok. Nasıl hayat lan bu” dedi. Gülme sesleri kesildi.

Hayatı sorgularken alkollü olmamak gerekir, ama biz o anda alabildiğine alkollüydük ve sorguladığımız hayat yarrak gibi bir hayattı. Düşünmemizi kolaylaştırmak için arkadaş bir saattir düşündüklerini ortaya dökmeye başladı.

Hacı keyif alıyor muyuz birşeyden? Her sabah sik gibi uyanıyoruz. İş güç desen bombok. Adam gibi arkadaş çevremiz yok ancak böyle sap sap toplanıp, bira içip, siktir olup gidiyoruz.” Durdu bir soluk aldı. “ Karı kız bile yok oğlum.” Diye devam etti. “Mal gibiyiz, anca daşşak muhabbeti anca bira, anca sap sap beraber gezmek.

Garson boşu aldı, “bir tane daha alır mısınız efendim?” diye sordu. “Getir amına koyim yarrak gibi yaşıyoruz zaten” diye cevapladı arkadaş. Yarrak gibi yaşamak ile bira istemek arasındaki ilişkiyi çözemeyecek kadar sarhoş olan arkadaş devam etti konuşmasına.

Sevgilimiz olsa fena mı olur lan, hayatımız düzene girer. Sabah erken kalkmak için işten farklı bir sebebimiz olur, hayatımız belki biraz düzene girer, beraber yemek yapar yeriz, birlikte içeriz...” burada durup yeni gelen birasından bir yudum aldı. “ Sinemaya bile gideriz belki. Altı aydır sinemaya gitmiyorum lan ben!

Arkadaş haklıydı, haklı olduğunu bildiğimizden kimse lafını kesmeye çalışmadı ama o da devam etmedi zaten. Birasını önüne almış düşünüyordu yine. Hepimiz susmuş düşünüyorduk, ben dahil.

Haklıydı çocuk, yaşadığımız hayat yarrak gibi bir hayattı. Yatttığımız saat belli değildi, iş-bilgisayar-bira üçlüsüne sıkışmış sabahlara kadar internetten dizi indirip izliyor, biraz insan görmeye ihtiyacımız olduğunda arkadaşlar ile buluşup bira içiyor, medeni hayatı biraz hatırlayınca inimize geri dönüyorduk. Güzel gibi görünse de bârizbir şekilde yarraklık söz konusuydu. Masadaki herkes masaya, birasına, etrafına bakıp düşünüyor ve “haklı amına koyim, yarrak gibi yaşıyoruz” diyerek iç çekiyordu.

Yaşamak bir sanatsa bizler en beceriksiz olanlardık herhalde. “O gün çok özel bir gündü, o kadar önemliydi ki bir at bile kendisine çeki düzen verirdi” diyebileceğim bir gün bile hatırlayamaya çalışıyor, bulamadıkça bir of çekip biramdan içmeye devam ediyordum. Yarından tezi yok her günü dolu dolu yaşayacaktım. Köftecinin, pidecinin numaralarını silecek, kendi yemeğini ellerimle, zevk alarak yapacak, yaptığıma değer vererek yiyecektim. Bu masadaki ibnelerle bir süre görüşmeyecek bir sevgili edinecektim. Beraber gezecektik artık. Güne neşe ile başlayacaktım, bütün işlerimi günü gününe yapacaktım. Yeni yerler, yeni insanlar tanımak için çabalayacaktım, tiyatroya konserlere gidecektim, yürüyüşlere çıkacak, basketbol-tenis vs. sporlar ile ilgilenecektim. Bir gitar alıp ateşe karşı Akdeniz Akşamları çalmayı bile düşünür olmuştum. Hayata dair hayaller bir anda yüzümü güldürmüştü, arka planda Rashit ‘yaşamak içinse artık geç’ dese de ona inat yarın yepyeni bir hayata başlayacaktım.

Kalan biramı da bitirip ayağa kalktım, kafam hala güzeldi. Arkadaşlar hala dertli dertli düşünüp biralarından içiyorlardı, masa hâla sessizdi, ben montla sıçacak bütün dertlerimden arınacaktım. “Haydi eyvallah” diyerek elemanlarla vedalaştım, yolda sallana sallana yürürken bu yarrak gibi yaşamdan kurtulup harika bir dünyaya adım atıyor olduğum düşüncesi ile yavşak gibi sırıtarak eve gittim. “Her şey çok güzel olacak...” diye düşünerek yatağıma uzandım.

Ayıldığımda bütün bu plan ve konuşmaları unutacak olduğumu bilmiyordum.

12 Eylül 2009 Cumartesi

Why So Serious?



Bir süre öncesine kadar herkesin dilinde bi "Why So Serious?" lafı vardı. Bir film, peşinden oyuncunun ölümü bir karakteri bu kadar mı popüler hale getirir arkadaş aklım almıyor. Arka Sıradakiler adındaki skimsonik bir dizide bile gördüm Joker'i. Popüler kültürün amına koyayım deme isteği doğdu içimde (Bu kadar düzgün yazmamın tek sebebi çeviricinin düzgün bir çeviri yapmasını umut etmem)

Neyse...

Zaman geçti, filmin etkisi gitti, popüler kültür işte. "Hele Hele Joker hele" diye gezinen gençlerimiz bu aralar farklı şeylerin sevdasında koşturmaktalar. Bense Joker hakkında birkaç satır karalama ihtiyacını niyeyse hissetmiş bulunmaktayım.(-Kız Hayriye ihtiyaç diyo kız... -Hııı...)

'Batman The Killing Joke' adındaki hikayede çektiği nutuktan da anlaşılacağı üzere Joker kafayı adaletsizliğe takmış biri. Tanımadığınız biri evinize gelip kızınızı vurabiliyorsa, bu rastgele adaletsizlik sizi delirtebilir. Normal bir insan çok trajik bir gün geçirir, delirir ve ortaya kötü bir adam çıkar. Böyle bir dünyada herşey normalmiş gibi davranmak bize göre ne kadar sıradansa ona göre o kadar saçmadır. Bu açıdan adaletsizliği yaşayan taraf olmaktansa, yaşatan taraf olmayı tercih etmsi bizlere takip etmeyi değer bir karakter kazandırmıştır, ama bu ne kadar normal işte o tartışılır.

Batman The Killing Joke'da çektiği nutuk ile karaladıklarıma bir son vereyim.

"...anlıyorsun ya, beni yakalayıp akıl hastanesine geri yollamanın bir önemi yok. gordon delirdi. kendimi kanıtladım. benim ve diğer herkesin arasında hiç bir fark olmadığını gösterdim! hayattaki en aklı başında adamı deliliğe indirgemek için sadece tek bir kötü gün yeterli. işte dünya benim bulunduğum yerden ancak bu kadar uzakta. sadece tek bir kötü gün. bir keresinde kötü bir gün geçirmiştin, haksız mıyım? haklı olduğumu biliyorum. kötü bir gün geçirdin ve her şey değişti. yoksa neden uçan bir sıçan gibi giyinesin? kötü bir gün geçirdin ve bu seni diğer herkes gibi delirtti... sadece bunu kabul etmezsin ki! hayatın bir anlamı varmış, tüm bu mücadelenin bir amacı varmış gibi davranmak zorundasın! tanrım, kusmak istememe sebep oluyorsun. demek istediğim... senin derdin ne? senin sen olmana ne sebep oldu? belki kız arkadaşın mafya tarafından öldürüldü... erkek kardeşin bir haydut tarafından doğrandı... eminim bu tür bir şeydir. bunun gibi bir şey... bana da bunun gibi bir şey oldu biliyor musun... ben ne olduğundan tam olarak emin değilim. bazen bir şekilde hatırlıyorum, bazen başka bir şekilde... eğer bir geçmişim olacaksa, bunun çoktan seçmeli olmasını isterim! hahaha! fakat demek istediğim... demek istediğim şu ki, ben delirdim. dünyanın ne kadar karanlık, berbat bir şaka olduğunu gördüğüm zaman bir yaban ördeği gibi delirdim! itiraf ediyorum. sen neden edemiyorsun? yani, sen aptal değilsin! durumun gerçekçiliğini anlamalısın. bilgisayar ekranının başındaki bir grup gerizekalı yüzünden üçüncü dünya savaşına kaç kere yaklaştığımızı biliyor musun? son dünya savaşını neyin tetiklediğini biliyor musun? almanya'nın savaş borcu alacaklılarına kaç adet telgraf direği borcu olduğuna dair bir tartışma. telgraf direkleri! hahahahaha! hepsi bir şaka! değer verilen ve uğruna mücadele edilen her şey... hepsi devasa, kaçıkça bir şaka! öyleyse neden komik tarafını görmüyorsun? neden gülmüyorsun?"

8 Eylül 2009 Salı

3Sayı Eylül Sayısı çıktı




3SAYI Basketbol Dergisinin Eylül 2009 dönemine ait 19. sayısı ile sizlerle birlikteyiz. 21 konunun ele alındığı dergimiz bu ay röportaj ağırlı olarak hazırlandı (11 röportaj).

http://www.3sayi.com

Konular
4 Efes World Cup 8
6 Kieron Achara
8 Predrag Samardziski, Vojdan Stojanovski
12 Hidayet Türkoğlu
15 Demond Green
18 Andris Biedrins
20 Steffen Hamann
22 Patrick Femerling
26 EuroBasket 2009
32 NBA Lejyonerleri
37 Cenk Akyol
38 David Andersen, Von Wafer, Eric Gordon, Ty Lawson
42 NBA'in Gülen Yüzü: Shaquille O'Neal
48 Rebuilding
52 NBA TV
55 2010 Hazırlıkları
58 Olimpiyakos
60 Alper Durur
64 TBBL Transferleri
70 Nezih Özbakır
73 Ersan İlyasova

6 Eylül 2009 Pazar

Memleketimin her köşesi birbiriyle aynı güzel. Öyle ya İstanbul'u daha çok seviyorum.

İstanbul'u daha çok sevmemin sebebi mi? Evet, memleketimin her köşesinin ayrı güzel olması. Şimdi ispatlayalım. Bu memlekette, her yerde tarihi güzellikler var mı? Var. Sayalım; Yenikapı'ya giderseniz, Türkiye tarihinin en eski limanının kalıntılarını görürsünüz. Sonra Roma dönemi var, İstanbul Latin İmparatorluğu dönemi var, Bizans dönemi var, Osmanlı dönemi çok çok fazla var ve Cumhuriyet dönemi var. Roma öncesi dönemleri var, Hunlar zamanında Küçük Çekmece'ye kadar gelmiş, Hun izleri bile var.

Memleketin her köşesinde tarih var ama tek güzelliği tarih değil tabii; Çanakkale'de boğaz var, İstanbul'da da var. Erzurum'da yobaz var, İstanbul'da da var. Mesela, Ortaköy'de hem boğaz görürsünüz hem de göt görürsünüz, Çarşamba'da sadece çarşaf.

İşte, hani Erzurum dedim ya, orda ramazanda oruç tutmamak da yasak, kız "kardeşinle" yolda yan yana yürümek de... Benim kız kardeşim yok ordan biliyorum, bir erkekle bir kız çay bahçesinde karşılıklı oturamaz, otursa da ramazansa bi cigara yakamaz, yaksa da daha içine çekmeden köteği yer.

Kapalı alanlarda sigara içmek yasak, kültablası var ama bu yasak sabah ezanıyla akşam ezanı arasında.

İşte, ben yurdumun her köşesini seviyorum ama İstanbul'u yurdumun her köşesiymiş gibi seviyorum. Çünmkü yurdumun her köşesinde ayrı ayrı tek tip insan varken, bu teker teker tiplerin birleştiği yer İstanbul olmuş; her tip adam var.

2 Eylül 2009 Çarşamba

braaaiiinnsss...



Tutup birini götünden ısırmak istiyorum arkadaş! başka bi açıklaması yok bunun valla. yavaş adımlarla da olsa peşinden gidip birini yakalasam da götünden ısırsam. hayır bunu şimdi de yapabiliyorum ama "hayvan mısın Gökhan yaa!!??" diyorlar. belki o zaman "doğası gereği yapıyor, yazuk" diyip kaçarlar falan doğal olur herşey...

evet...

Hayatın Tadı (?)




- Gökhan?
+ Hııı?
- Yuh ayı!O nası cevap!
+ Ne var kızım yaa?
- Hadi yaa bişeyler alalım geberecem açlıktan.
+ Neyle alacaz ulan. Kumbarayı bozdurayım hacı dayıya istiyosan?
- Offff

of ki ne of amına koyim. haftasonu dedik, kız arkadaşımızla evde takılalım dvd,sinema,patlamış mısır, hayat negzel falan filan dedik. dvd işi kolay internetten iner,patlamış mısır evden ayarlanır, amma velakin 3 gün ne yiyecez lan biz.

işte bu üç günün sonunda açlıktan gözümüzün karardığı bir anda geçmişti bu muhabbet. "yaw kenara köşeye,ceplere falan bakalım belki 3 kuruş para buluruz" diyerek kalan bi gram enerjimizle işe koyulduk ama yok arkadaş! tencerelerin içine bile baktım evde metelik yok...

derken...

-Gökhaaaaan!! Buldum lan Allah belamı versin buldum!!
+La? Noliy?
-money money money (bu şekilde halay çekermiş gibi üzerinize gelen 165 boylarında çıtı pıtı bi kız düşünün :) )

elindeki gıcır gıcır yirmiliğin verdiği coşku ile sevdiceğimle sarılıp coşar, sonra da koşa koşa bakkala gideriz. kuru ekmek alsak da kolaya katık etsek derken (ki garibanlık anlayışımızın ta orta yerine sokayım!), sucuk, yumurta ve 2 tane domates ile insanların milyon dolarlarla yaşayamadığı mutluluğu yaşamak insanın kaç defa başına gelir, bi insan kaç defa bu kadar mutlu olabilir ki?

tabii aynı sevdiceğin bir kaç ay sonra, "hayatım bir yere gitmiyor, iş, kariyer, hayatım, seninle bir geleceğim olacağına inanmıyorum" diyerek alıp başını balıkesir'e gideceğini o zamanlar tahmin edemiyor insan.

o günden bugüne boş bir şişe ve hayali sucuk kokularına karışmış kahkahalar kalıyor bana...

30 Ağustos 2009 Pazar

3G Budur: Gavurun Gızı Gelemez


Kocaeli Büyükşehir Belediyesi Kağıtspor Bayan Basketbol Takımı, geçtiğimiz ay üç yabancı almıştı takıma. Bunlardan, Brittany Jackson aynı zamanda da modellik yapıyordu. Mynet'in haberine göre, bu oyuncuların tamamı Jackson yüzünden gönderildi. Niçin, Jackson model ve AKP yönetimindeki belediye çıplak basketbolcu istemiyormuş. İyi ama biri çıplaksa hepsi niçin gönderiliyor? Bunlardan biri de Türkiye'nin gediklisi olmuş Marita Ann Payne. Geçen sezon SBK ile çok iyi oynamıştı.

Açıklaması ise Kocaeli Kağıtspor'dan geliyor; "Maddi durumumuz elvermediğinden bu sezon yüzde yüz Türk takımla oynayacağız" yani el alem niçin çıplak basketbolcu almadı bu örümcek kafalılar demesin diye, takıma bu sene yabancı oyuncu alınmadı" diyorlar.

Ha son bir şey; fotoğraflarını gördüm, maçlara vallah da billah da çıplak çıkmıyormuş; aha ispatı.

God?



Başlangıçta Tanrı'nın hiçbir şeyi yoktu.
O da bir şeyler yapmaya başladı.
Toprağı, havayı,
suyu, suda yüzen şeyleri yaptı,
sürüngenleri, bacakları olanları yaptı.
Tanrı kendisini büyüttü.
Sonra bir iki gün içinde ya da bir kaç milyon yıl içinde
insana nefes verdi.
Ve o günden beri hayatı bizden emip alıyor.

29 Ağustos 2009 Cumartesi

Gaçın la gaçın...



21 Ağustos'ta bayanlar 100 metre elemelerinde koşan Samoa'lı Svannah Sani diğer atletlerden farklı görüntüsü ile dikkat çekti. 95,5 kiloluk atlet 100 metreyi 14,23 ile koştu ve “Dünyanın en iyi atletleriyle beraber olmak çok güzeldi. İlerde daha iyi bir derece yapmaya kararlıyım.” şeklinde konuştu.

Sırf meraktan geçen gün 100 metre derecemi ölçüp 13 saniyeyi geçemediğimi öğrendikten sonra kendimden bir kez daha utandım... 70 kiloyum lan ben bi şekilde kıçımı kaldırmayı başarmam lazım.

27 Ağustos 2009 Perşembe

Batı'yı mı örnek alsak lan?



Uzun yıllar AB’nin gündemindeki yüksek enerji israfına neden olan ampullerin yasaklanması 1 Eylül’den itibaren gerçek oluyor.

Yeni uygulamaya göre 120 yıldır kullanılan ‘Edison ampulü’ olarak nitelendirilen klasik ampüller müzelik oluyor. 1 Eylül’den sonra 100 watt ve üzerindeki ampüller mağaza raflarından tamamen kalkacak.

İlk etapta 100 ve 100 watt’ın üstündeki ampullerin her türlü üretim ve satışı durdurulacak. 2012 yılına kadar ise tüm klasik ampuller piyasadan kaldırılacak. Evlerdeki ampuller için ise halihazırda bir yaptırım yok. / mynet


Vatandaş uyuma Avrupa'yı örnek al...

Gerekirse Batı'nın ahlaksızlığını da alalım lan...

Lütfen..

26 Ağustos 2009 Çarşamba

1 Kuruşluk Adam!




"Ankara Büyükşehir Belediyesi, Ankara 9. İdare Mahkemesinin verdiği “yürütmeyi durdurma” kararı doğrultusunda, EGO otobüsleri, metro ve Ankaray'da çok binişli kartlarda tek biniş ücretini 1,40 liradan 1,39 liraya, tekli binişlerde ise 1,70 liradan 1,69 liraya indirdi." İHA

Yüzüne karşı "Bir kuruş para mı ulan itoğlu it!" diyemesek de, onluk kart alıyorken sırf gıcıklık olsun diye 10 kuruş para üstünü olay çıkartmam gerekse de aldım

İ. Melih Gökçek'ten 10 kuruşunu kurtarmış bir insanın huzuru var içimde.

Bugün Güneş bir başka güzel parlıyor sanki...

Tembel adam...

"bir tatile çıksam, zımba gibi gelirim"

geçtiğimiz haftalarda, çalışmak istemememin nedenini, yorgunluğa ve tekdüzeliğe bağlıyor; ara verdikten sonra motive olarak geri döneceğimi sanıyordum. haftalık çalışma saatlerinde ömür tüketen tüm carettalar şahidim olsun ki; tatille falan alakası yokmuş. geçen hafta neysem, şimdi de oyum. asil azmaz, bal kokmaz ve tembel asla çalışmazmış.

hiç bir iş yapılmayan ofislere cv'mi bıraktım, üşengeçliklerinden geri bile dönmediler. iş görüşmelerine gidip, hangi işleri yapamayacağımı ve hangi alanlarda tembelliğimi maksimum kullanacağımı belirttim, insan kaynakları müdürü gözlerini bile açamadı miskinlikten. bana sabahtan akşama kadar çalışmayacağım bir yer lazım; gece güvenliği mi olsam? küçük plastik kulübelerinin içinde sabaha kadar çay içen adamlar olur ya, bir de minik televizyonları olur hani? sökülüp de geri dikilmeyen tüm şafaklar şahidim olsun ki; küçük odasında televizyonu olan adamlara hep imrenmişimdir. ben de öyle bir adam olmak istiyorum, hırs da yapamıyorum iş hayatında.

terziye diktirdiği takım elbisesi ve el yapımı kolyesiyle emre beyler geçerken önümden, ben leman t-shirtim ve renkli ayakkabılarımla renk ayarı bozulmuş bukalemun gibi bir köşede hareketsiz bekliyorum. çubukla dürtseler tepki verecek durumum yok, en fazla bir gözümü hareket ettirir "o çubuğu alır götüne sokarım" bakışı yaparım.

sanırım yeni bir hedefe ihtiyacım var, insan kaynaklarında insan kırbaçlayan arkadaşıma akıl danışıyorum, ateşle karşılık veriyor. fotokritik'e girip, "yine mi martı! allah belasını versin, ışığını da bol koysun" diye yorum yazıyorum, siteden atıyorlar. girdiğim her ortamın seviyesini düşürdüğümden, ancak forumlar kabul ediyor beni. binbaşılığa kadar yükseldim birisinde, kurbağaya dönüşen linkleri öperek canlandırıyorum.

türlü şeytanlıklar geliyor aklıma, şarkıları tagliyor, eksik bilgileri internetten bulup üşenmeden yazıyorum ama elim photoshop zıkkımına gitmiyor. öyle ruhumu daraltıyor ki mendebur program, resimleri alıp da sağa sola çekiştiresim bile gelmiyor. insanlığa faydası olacak her hangi bir işe saniyelerime veremiyorken, ufak rüzgarda devrilen bira kutularını üşenmeden yeniden diziyorum (26 tane daha içince bitecek ablası).

bu kadar yazacağına, iki tane çizgi çizsen kötü mü olur oğlum? şukela olur ama çizemiyorum ki. beynimin proje ile ilgili kısmına ben yatarken leblebi tozu doldurmuşlar, tıkanıklık yapıyor. bir tane fikir geçmiyor oradan. yazarak para kazanmanın yolu olsa hiç uğraşmayacağım kesitle, planla ama daha yazıyı toparlamaktan acizim.

"yazarımız bugün de toparlayamadığından dolayı yazısı elimize geçmedi" altta minik fontlarla "bu hayvanı niye aldık bilmiyoruz".

Hayatımı nasıl sikiyorum?

-kariyer.net [enter]

-[iş arama butonu, şehir, meslek, kıl tüy, o şu bu ara]

-.... [ADSL yavaş, TTNET’e kafam girsin...]

-[Refresh]

-Hah.. Ne lan bu? [Bilgisayardan anlayan, askerliğini yapmış, ehliyeti olan, 4 yıllık üniversite mezunu, ingilizce bilen eleman aranıyor, boş zamanlarında şehir semalarında uçarak gezebiliyorsa şukela olur] Eee iyi lan? Şirket adı ne ola ki? [Skertel Adi. Kom. Ltd. Şti. ]

-Ooo güzel ilan bi başvuralım. [click, CV’yi aç, son bir kontrolden sonra yolla + duruma göre ön yazı ekleştir (Beni işe alırsanız hepinizi datmin ederim, falan filan bol bol yağ çek en iyisi Skertel’dir zaten)][Başvurunuz şirketimizce kayda alınmıştır, sizi asla unutmayacağız, mcx bb Skertel İnsan Kaynakları]

Haydi hayırlısı bakalım...

Derken bir gün telefon çalar...

-Efendim?

+Alo, iyi günler... Skertel İnsan Kaynaklarından arıyorum.

-İyi günler hanfendi.

[Merhaba Gökhan bey, falan filan bizi çok etkilediniz. Bir gün gelin çayımızı için salının önümüzde boyunuzu posunuzu beğenirsek işe alırız sizi]

+Ehe tabii neden olmasın.[Kendini ağırdan satma çabası]

+O zaman şu tarihte görüşmeye bekliyoruz.

“İş görüşmesi, belirtilen tarih saat dakika saniye, şirket kapısı – güvenlik”

*Huuoopp nereye birader?

-Ehhmm, şey ben iş görüşmesine gelmiştim de.

*Kimle?

-Zeynep Hanım.

[Telefon aç, onaylat, şüpheli şahıslıktan beklenen misafirliğe terfi etmiş olmanın dayanılmaz hafifliği...]

*Şurdan git, sağa dön, sonra sol yap, oradan 100 metre ilerle, oradan dümdüz git falan filan ok?

-Sağolunz Varolunz...

“İçerisi”

-Merhaba,ben Zeynep Hanım’la görüşecektim iş görüşmesi için.

~Tabii, şöyle oturun iki dakika sonra burada olur.

-Beklerim tabii[ Beklemek istemiyorum lan ben, hayatımdan iki dakikayı gereksiz stres yaşayarak geçirtiyorsunuz bana...][Üst baş düzelt, kravatı sık, telefonu kapat]

“Zeynep Hanım...”

+Merhaba Gökhan Bey, Ben Zeynep.[Yalandan sırıt]

-Merhaba Zeynep Hanım[Yalandan sırıt] Çok memnun oldum [Uuu beybii... Taş gibiymiş lan...]

+Nasıl kolay bulabildiniz mi?

-Evet, tarif ettiğiniz şekilde gelince çok kolay oldu[At yalanı sikeyim inanı, dolmuşta milletin kafasını siktin burada mı inecem, şurada mı inecem diye]

+Evet sizi şöyle alalım.[Yapay gülücük]

-Tabii[Yapay gülücük][Artık başlıyoruz]

“Mülakat- 1. Bölüm: Başvuru Formu”

+Şu formu doldurun, ben hemen geliyorum.

-Tabii [Formu elinden kapış...]

[İsmin, Cismin, Ne yer ne içersin, Anan Baban Kardeşin, Evin Yurdun, Idı Vıdı, Kimsin la sen???]

[Doldur Gökhan boş yer kalmasın...]

[İstediğiniz ücret?]

[İlk tıkanış... Ne yazsak lan?Yazmasak mı? Neyse karalayalım bişeyler, benim için önemli olan Skertel ile skertmektir der kıvırırız sonra..] [Bir Milyon Dolar + sodekso + akbil]

[Bu formda yazdıklarım yanlışsa cümle alem beni siksin x/y/2009][Çak imzayı]

“Mülakat- 2. Bölüm: Zeynep Hanım’ın Dönüşü”

+[Yapay gülücük][Masaya otur]Nasıl bitirdiniz mi formu?

-Evet buyrun...[Maaş kısmını öyle yapmasa mıydık lan? Neyse iş işten geçti artık...]

+[Ufak bi inceleme, önemli noktalara göz atış] Gökhan Bey şirketimizi tanıyor musunuz?

-Tabii gelmeden önce inceledim hep, süpersiniz lan siz [İtina ile yağ çek]

+Evet, ben yine de biraz bahsedeyim hem şirketten, hem işten.[ Zeynep Hanım nasıl bir şirkette çalıştığını anlatsın, işini yapıyormuş havası gelsin]

-Tabii buyrun.

+Skertel şu kadar personel ile bu kadar yerde bu kadar işe imza atmıştır.[Dikkatle dinle, arada kafa salla, onay ver. Sağdan soldan okuduğun taktikleri uygular falan.]

+Aradığımız pozisyona gelince... Şu işi şöyle yapacak, gerekirse 3 vuracak 1 sayacak, mesai falan takmayacak, işini düşünecek, takım çalışması falan filan hep bunlar bizde olan şeyler, gerekirse süperman bile olabilecek. Teknik bilgi sahibi değilim ama şu bu o da var.

-Evet

+Şimdi sizden bahsedelim.

-Tabii ben şunu bunu yaptım uçtum kaçtım.

+Evet. Şimdi Gökhan Bey, ben sizi takım liderimizle görüştüreceğim.

-Tamam çok teşekkürler[Galiba oldu lan bu iş]

+Memnun oldum

-Bende çok memnun oldum,teşekkürler

“Mülakat 3. Bölüm: Takım Liderini Bekleyiş”

[Zaman akıp gidiyor, Nerede kaldı lan bu herif... Kalemle oyna, ceketin köşesi ile oyna, kravat ile oyna, saate bak, bacak bacak üstüne at 10 dakikada ömründen 5 yıl gitsin]

[Bekleyiş]

[Bari su getirseler de içsek, kurudum amına koyim]

[Bekleyiş]

[Hadi arkadaş, hadi yaa]

“Mülakat- 4. Bölüm: Takım lideri Hayrullah Bey”

&Merhaba, Ben Hayrullah.

-Merhaba, Ben Gökhan.

&[Başvuru formuna profesyonel göz atış] Evet biz şu tarz bir adam arıyoruz, Zeynep Hanım size bahsetmiştir.

-Evet biraz konuştuk.

&[Teknik bilgileri sorgula]Peki Gökhan Bey, şunu sormak istiyorum; sizce şu malı gümrükten çekerken neden böyle yaptık.

-Çünkü en kısa sürede, en az masraf ile bu şekilde alabilirdik

&Hmmmm...

[Adamı etkiledik lan galiba, ahahah helal olsun Gökhan]

&[Forma göz at, maaşa takıl] Maaş konusunda bu rakam beklentiniz mi?

-Şimdi piyasa genel olarak şöyle, ama tabii benim için ilk amaç Skertel Adi. Kom. Ltd. Şti.’de çalışarak tecrübe kazanmak ve kariyerime iyi bir yön çizmek[Para, para, para... Hayrullah bana para ver Allahsız!]

&Hmmm... Gökhan Bey bence görüşmemiz olumlu geçti, ama sizi bir de genel müdürümüz Cemşit Bey ile görüştüreceğim.

-Tabii neden olmasın? Cemşit’le de görüşürüm, CEO ile de görüşürüm, hepsiyle kim varsa görüştürün beni olm!

&Efendim?

-Ehhmm şeyy sesli düşündüm sanırım pardon.

&Anladım, geliyorum hemen bekleyin beni.

-Yolunu gözlüyorum.

“Mülakat- Bölüm 5:Büyük Adam a.k.a Altı Okka Cemşit”

+[Zeynep Hanım gelir] Gökhan Bey sizi Cemşit Beyin makamına götüreyim.

-Tabii hemen.[La noliy?? Nereye gidiyoruz şimdi?]

Kapılardan geç, kordiorlarda yürü, yürü, yürü, yürü, bina bu kadar büyük müydü lan? [Merdivenlerden çık, asansöre bin kapılar açılsın, koridolar geçilsin, telefonlar açılsın, Cemşit’in huzuruna mı gidiyoruz,Barack Obama ile mi görüşecez belli değil aq]

[Altıokka Cemşit ile tanış, el sıkış, buyrun oturun desin, masaya otur]

# Neden bizde çalışmak istiyon yeğenim?

-[Bokunuzda boncuk var] Ehhmm şeyy, Skertel Adi. Kom. Ltd. Şti Türkiye’nin en büyük ithalat-ihracat firmalarından biri bu firmaya yararlı olacağımı düşünüyorum. Kariyerimde de önemli bir parça olacağına inanıyorum

#Bizim şartlarımız şöyle, bunları kaldırabilecek misin?

-[Kafam davul oldu Cemşit bir de sen kafa sikme] Tabii, ben zaten uysal bir insanımdır, şartlara uyum sağlamayı beceririm.

#Evet Gökhan Bey, bence olumlu. Tabii son kararı vermeden önce diğer başvurulara da bakacağız, size bir hafta içinde cevap vermiş oluruz.

-[Ahahah kesin oldu lan bu iş] Tabii efendim, ne demek?

“Şirketten Ayrılış”

[Kapıdan çıkar çıkmaz sigara yak, telefonu aç saate bak, kravatı çıkar rahatla][Sanki işi kapmış gibi sevin][Evden gelen telefona bak, annene ‘Çok iyi geçti, güzeldi’ de(Belki de bininci defa...)]

“Eve Dönüş”

[Görüşmeyi detaylıca anlat][Yemek ye, rahatla, duşa gir, hayal kur falan filan][İlk maaşla şuraya giderim, şunu alırım şunu içerim, serviste şunu okurum, hayal et hayal et hayal et, amına koyim senin başka bi sik yeme][Mutlu uyku, rahat... Huzurlu]

“Haber Bekleyiş”

[Günlerce telefona bak,ha aradılar ha arayacaklar, aha telefon çaldı, tüh o değilmiş... ]

[bekle bekle bekle]

[Herhalde daha tam kesinleşmedi lan, gerçi bir hafta geçti ama...]

“2. Hafta”

$Ne oldu oğlum senin Skertel işi?

-Hacı sorma,hiç aramadılar sonra yattı galiba...

“3. Hafta”

[Aynen başa dön...]

Hayatımı nasıl sikiyorum???