30 Ocak 2010 Cumartesi

Resident Evil



çok acayip ortamlar gördüm, yaşadım :(

18 Ocak 2010 Pazartesi

16 Ocak 2010 Cumartesi

Fanatizm



Gezegenin üzerindeki herkes
bir çeşit gerçeğe inanmak üzere büyütülür,
tanrı'ya, ahlaka, ölümlülüğe,
hayatın amacına.
bu tür inanışlara
genellikle din diyoruz.
ve eğer hayat sırasında
bu inanışlar çökerse,
gerçek olmadıkları
kanıtlanırsa,
takip edeceğimiz ve inanacağımız
başka bir din buluruz.
bu dönüşüm
sarsıcı olabilir,
sadece bizim için,
ruhumuz için değil,
ama etrafımızdakiler
için de.

Christopher columbus
yenidünyaya vardığında,
yanında katolik bir
rahip vardı.
bundan sonra rahipler
bu kıtaya gelmeye başladılar,
yerlileri ikna etmeye,
haçı öptürtmeye çalıştılar,
peyote içmeyi bıraktırmaya,
çıplaklıklarını örttürmeye çalıştılar.
ve yerliler onları
büyük bir hevesle karşıladılar.
rahipleri sakatladılar,
işkence ettiler ve yaktılar...
ve vücutlarını tanrılara
adadılar.

Saul atını şam'a süren
bir askerdi
ve birden gökyüzündedevasa bir haç gördü.
hemen isminin ilk harfini
p ile değiştirdi ve paul oldu.
neden?
bilmiyorum.

birçoğumuz gökte haç
görecek kadar şanslı değiliz.

birçoğumuz için tanrı'nın
gönderdiği işaretler belirsiz.
değişime uğrayan herkes,
komünistken kapitalist olan da,
veya alkolikken
yeşilaycı olan da,
eski inançlarını
kötülerler.
çünkü onların işine yaramadıysa
kimsenin işine yaramamalıdır.
bakış açısı daralır,
ışıktan kör olur.
hindu da olsa,
adsız alkoliklere de katılsa
bir fanatiğe dönüşür.
bana sorarsanız dünyanın
içine sıçanlar fanatiklerdir.
fanatikler, tanrı'nın kendi saflarında
olduğuna inanırlar.
ya geri kalan bizler?
bizim ilahi ışığa ihtiyacımız yok.
bize gereken, gecenin karanlığında
tuvalete giderken
ayağımızı çarpmamıza
engel olacak kadar bir ışık.

13 Ocak 2010 Çarşamba

7 Ocak 2010 Perşembe

hokus pokus



şarkı güzel, herif manyak, kartlar desen şarkıya bırakmış kendini, ben iptal olmuş vaziyetteyim öyle işte.

Millette ne yetenek var arkadaş...

Bu arada şarkı (bilmeyen var mıdır emin değilim ama) sting / shape of my heart
Kartlar ile şov yapan elemanın adı da Shawn Farquhar. Dünya çapındaki illüzyon yarışmalarında 2 defa şampiyon olmuş.

4 Ocak 2010 Pazartesi

Genç Semih



Formayı bi giyerse bi daha çıkarmayacak güvenimiz tam.

Harbiden zalım bi insan.

Bir damacana vodkaya rağmen göze güzel gelmeyen kız



Arkadaş hatırına çiğ tavuk yemek diye bir şey var bu dünyada ne yazık ki. Zor durumda kalmasın, aman yardım edeyim derken hayatı boyunca düşmeyeceği durumlara düşüyor insan. Bende yaşadım bunu.

I know you want me, you know i want cha, I know you want me, you know i want cha (telefon sesi oluyor bu)
-Aloowww?
+Gökhan napıyon hacı?
-Yatıyom olm ne yaparım ben? Hayırdır?
+Hayır hayır. Akşam kop gel, içiyoz bizde.
-Olm sen beni çağırmazsın işin düşmeden? Yine ne istiyon?
+Yav gel işte. Erken gel anlatırım sana.

“Vodka al lan gelirken” derken kapattım telefonu. Sadece işi düşünce arıyor olsa bile iyi çocuktur Ersin. Gitmekle bişey kaybetmem hem içmiş de olurum diye düşünüp akşamında evine damladım.

+Oooo Gökhanım hoş geldin gel gel.
-Noluyoz lan?
+Nerelerdesin yav görüşemiyoruz?
-Lan olm yatıyorum ben evde arayıp sorduğun mu var? Ne oldu anlat bakem?

Ne zamandır sarktığı bir kız vardı. Kızlı erkekli içme bahanesi ile evine davet etmiş bizim Ersin dallaması bunu. Buraya kadar neyse ne de, işin beni ilgilendiren yanı bundan sonrası. Bu tarz gruplarda erkek sayısı kız sayısından fazla oldu mu sorun çıkmıyor, içip hayallere dalmak zor bir şey değil. Ama kız sayısı fazla oldu mu, hele bir de kendisi ile ilgilenen biri olmadı mı triplere girecek tarzda bi kız oldu mu işler sarpa sarıyor. “Amanın sarhoş oldu bunlar. Yok efendim muhabbet sarmadı. Siz hep böyle sessiz mi durursunuz? Çok salaksınız hede hödö. Yok mu beni siken?” Dur lan bu sondaki olmadı. Neyse. İşte bu +1 kontejyanındaki vatandaşı oyalamak için beni layık görmüş Ersin efendi. Derdini anlattıktan sonra dayak yemiş yavru köpek gibi melül melül baktı suratıma “He mi hacı?” diyerek. “He.” Dedim amına koyim ne diyecem başka.

Biraz oturduk, bilgisayarı işgal ettim falan zaman geçirdim derken Ersin’in misafirleri damladı eve.

+Gökhan
-Hııı?
+Hacı gel hadi
-Olm geç sen geliyom
+Yav gel gidelim beraber
-Lan olm bi siktir git. Elinden tutup mu götürecem.

İkna edici konuşmuş olmalıyım ki gitti. 5 dakika sonra içerden bıcır bıcır kız sesleri, ayı Ersin’in kahkahaları falan gelmeye başladı. Eh dedim artık geçeyim şunların yanına iki tek atayım.

Salona geçtim ki ne göreyim. Allahım!!

Kimsenin tipi ile alay edecek bi insan değilim, sonuçta bende Brad Pitt değilim amına koyim. Ama bu nedir yahu? Tamam, kimse güzel olmak zorunda değil de, en azından kendini biraz kamufle eder insan, daha beter ortaya çıkarmaz kötü yanlarını.

+Hacı gel biz içecekleri getirelim
-Getirelim tabii. Geç ulan mutfağa! Olm bu nedir yahu? İnsafsız Ersin, ben bunu hak edecek ne yaptım sana?
+Hacı valla bilyon durumu. Arıza çıkarmasın gözünü seveyim. Yaparsın sen bu işi oyalarsın onu.
+Ver gazı amına koyim ver gazı. LPG’liyim ben zaten.
-Eheaahahehü
+Gülme lan yavşak! Vodka var değil mi?
-Var hacı rahat ol sen.

Nası rahat olayım yahu? “This is nightmare!” diyip dördünce kattan atacam kendimi zor tutuyorum, nasıl rahat olayım!!?? Vodkaya güveniyorum artık. “Çirkin kadın yoktur, az vodka vardır” diyenlerin bi bildiği vardır diyorum, vodka şişesine atılmış kaju fıstığı olma ümidi yaşıyorum sadece. Gece uzun, gece zorlu, nası bitecek lan bu gece???

Bitmiyor aq, saatler geçiyor içiyorum, içiyorum, içiyorum. Yok arkadaş kesin bi bozukluk var bu işte. Hani içince güzel görünürdü herşey? En ufak bi değişme yok, bir bardak daha içiyorum, iki, üç, dört...

Kafam göt gibi olmuş, Ersin ortadan kaybolmuş, sarktığı kız da yok piyasada. Bi ben kalmışım ortada, bir de ha bire birşeyler anlatan diğer kız.(Yazının geri kalanında Kezban diyelim)

-Ondan sonra şöyle oldu böyle oldu.
+Hıı, vodkayı versene ordan
-Al. Sonra o öyle dedi bu böyle dedi.
+Allahım sana geliyorum
-Efendim?
+Yok bişey, burn kaldı mı oralarda?

Beş, altı, yedi.... Allahım bitmiyor gece. Ersin gelsin biz sana şaka yaptık desin istiyorum olmuyor. Kıza bakıyorum hala güzel gelmiyor gözüme.

+Kezban nereliydin sen?
-Vanlıyım ben bilir misin bizim oraları?

He bilirim amına koyim, Van bizim evin iki sokak aşağısı. İçimden diyorum bunu tabii, içime atıyorum, peşinden bi bardak daha vodka. Van’da aşiret var mıydı lan acaba, şunun abileri gelip bizi vursa da bitse çilem.

Abileri de gelmiyor, gece uzun gece bitmiyor. 2-3 tane boş vodka şişesi görüyorum, yeni şişe açmışım, yok arkadaş kızda en ufak bi çekicilik yok. Hala anlatıyor, hayatı dolu dolu yaşamış galiba diye düşünüyorum bi ara ama daha sonra “O şunu dedi bu şunu yaptı” tarzındaki hikayesini hala bitiremediğini fark ediyorum.

O gece nasıl bitiyor peki?

Yan odadan ciyak ciyak bir ses geliyor. “Allah belanı versin Ersin!” diye bağırıyor kız. Noliy lan diyerek kapıdan çıkıp yanlarına giderken çarpışıyoruz. Üstü başı kusmuk içinde kalmış garibimin. Ersin yine ağzıyla içememiş anlaşılan. Küfürler havada uçuşuyo, midem altüst olmuş, ne söylense mal mal bakacak kadar ambele olmuş durumdayım. En son tuvalete depar attığımı hatırlıyorum, bir de klozete sarıldığımı.

şeytanın orospusu



tanrıların kralı bulutların üstünde oturmuş, dik dik bana bakıyor.

zeus onun adı. zamanının ve yunan çağının tek egemeni. eşsiz silah, yıldırım, onun hizmetinde. ölümlülerin ona sunduğu adakların dumanı ile besleniyor, canını sıkan karısını aldatıyor, tanrılar birbirleriyle dalaştıklarında onları ayırıyor. ama bugün ilk bakışta da anlaşıldığı gibi tanrıların kralı şakacı mizaçlı değil. kaçıyorum, saklanıyorum, onu gözlüyorum…

nesi var? güç topluyor…

saçları dikiliyor, alnı kabarıyor. damarları neredeyse çatlayacak. dudakları aralanıyor, nara atıyor… hem de nasıl bir nara. ve görüyorum, evet, tanrısal kafatasının açıldığını görüyorum. ne çıkacak? bir bulut? bir kuş? bir savaş? bir düşünce? barış?

sonunda tanrıların kralı’nın kafatasında açılan delikte, çocuğun kafası beliriyor. işte, kasklı, ışıl ışıl, elinde bir mızrak. siyah eldivenlerinin ucundaki kanı zırhına sürerek temizliyor. tanrıların kralı’nın kafası kapanıyor. bitkin zeus, dünyaya getirdiği kızını seyrediyor.

- çocuğum, seni athena diye çağıracağım. annen olmadığı için filozofların koruyucusu olacaksın. seni uyarıyorum, onları kolay müşteriler sanma: inatçıdırlar, gevezedirler, ince düşüncelere dalmayı severler. üstelik kötü karakterlidirler. ama sen, bilgeliğin tanrıçası olacağına göre, kurnazlığın ve pazarlıkların yükü senin omzuna binecek. barışın sorumluluğu senden sorulacak.

çocuk hemen bulutları kovalamaya sabırsızlanıyor ama tanrıların kralı buyurgan bir hareketle kızını engelliyor.

- bekle! diyor ona. bazen sana savaş çıkarmanı da emredeceğim. çünkü ölümlüler gereğinden fazla mutlu olurlarsa bize ihtiyaçları kalmaz. onların adaklarının dumanı olmaksızın yaşayamayız. görevin kolay olmayacak, bazen barış, bazen savaş. eğer seni suçlarlarsa, onları sakinleştirmek için çelişkiyi icat et.

ve sabırsızlıkla tepindiği için babası onu tutup kollarının arasına alıyor.

- bu kadar acele etme, diye kulağına fısıldıyor. asla kendini tutkuya kaptırmamalısın: nehire düşersin. sevmeyi aklına getirme. bunu sana yasaklıyorum. zaten seni kollasın diye gece kuşlarının en güzelini seçtim: keskin gözlü ve yumuşak tüylü baykuşu. tek bir efendi tanıyacaksın: ben. diz çök!

çocuk boyun eğip, söyleneni yapıyor ve tanrıların kralı gülümsüyor.

- güzel, diye bağırıyor tanrıların kralı. öyleyse başlangıç olarak, dünya diye adlandırılan şu karmaşık yerdeki bazı işleri yoluna koyacaksın. orada, kuşaklardan beri birbirini öldüren eski aileler, birlikte yaşamak istemeyen halklar var, biz tanrıların bile aklına gelmeyecek korkunç cinayetler işleniyor… bunları düzelt. birşeyler bul, ne bileyim ben, bir antlaşma, bir mahkeme, onları birbiriyle konuştur: sonuçta bu senin işin. çünkü gelecek bütün çağlar boyunca, sen “akıl” olacaksın kızım. bu bir meslek.

(catherine clement, şeytanın orospusu, s. 22-24)

güzel kitap.

3 Ocak 2010 Pazar

zalım sözlük



ne içiyolarsa kafalar sürekli güzel olan bu arkadaşlar doğal alanlarını kapattırmayı başarmış. yazuk. bu tarz yerler insanlığı gelecek binyıla taşıyacaktı oysa :(